ZİNDANDAN
KURTULMAK-2
“Cennet ile Cehennem”
“Aşık burda demsiz
kalmaz,
Burda ölen orda ölmez
Aşıkları ölüm almaz
Korkmam ölümden
ölümden.”
Kul Hüseyin
“Ölmez ha gurban ölmez.
Şimdi çoğu söylerken ayetin (nefesin) bu bölümünü söylemez, çoğu da bilmez zatı
(zaten). Gerçi bu unutulduğundan değil artık ne gerçek kaldı, ne aşık kaldı ne
de ölmeden evveli ölen. Babam Aşık Ali Dede çok anlatırdı: “Artık biz yükümüzü
topladık goyup göçüyok, sanmayın öldük, gönlünün möhrünü çezene (çözene)
görüneceyik bir vakit.”
Öyle işte oğlum,
şimdi herkes oturmuş arş-ı kürşü, onsekizbin alemi yaradan, evirip/çeviren Allah
ile cennet/cehennem pazarlığı yapıyı. Heç olacak şey mi bu. Hizmette, ibadette
Hakk için, Hakk’ın emr-i rızası içün değil mi? Devrin alimleri insanlara korku
ile iman sahibi yapıylar oysa ki korku ile iman aynı bedende bulunmaz. İman;
sevgiden, muhabbetten, aşktan doğmuştur; korku başıma bir şey gelecek mi ya da
getirecek mi endişesinden hasıl olur. Şerrinden, belasından korktuğuna şeksiz,
gümansız iman edemezsin. Hakiki iman şek şüphesiz teslimiyet ve aşkın
meyvesidir.”
Aşık Ali Dede oğlu
Hasan Sazcı
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
“Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır. Biz sizi,
gerçek değerinizi ortaya çıkarmak için şerle de hayırla da imtihan ediyoruz.
Sonunda zâten bize döneceksiniz.”
Enbiyâ Sûresi(21)
35. Ayet
”Ölüm aşıkların
miracıdır.” diyordu derviş. Ne mübarek şeydir ki o; can canana kavuşur, sağir
olan kebirle bütünleşir, hasret son bulur. Aşıkların, maşuğuna kavuştuğu Sırat
köprüsüdür ölüm. Aşığa cennet, fasığa cehennemdir. Ezcümle Hakk’ın cemâline
mazhar olmak ise cennet peki cehennem ne ola?
Maşukundan cüda
düşen âşıklar
Ruz-ü şeb ah eder ağlar da gezer.
ERZURUMLU EMRAH
(19.YY)
Bunun cevabını
almanın birkaç yolu var ancak Tarîk-ı Muhammed Ali’ye intisap etmişler içün en
sahih kaynak Rehberlerin, Pirlerin, Mürşitlerin yanı sıra; bu insanı kâmillerin
şeriat orağı ile biçip, tarikat değirmeninde öğütüp, marifet teknesinde yoğurup,
hakikat ocağında pişirip meydana sundukları her bir nutku “Kelamullah” olan
Aşık-ı Sadıkların nefesleri ve nutuklarıdır.
Bugün değineceğimiz
konuyu ise yine Aşık Ali Dede’nin ceddi Ali Hoca Babalardan, Hasan Hüseyin
Dedelerden, Durmuş Ali Dedelerden, Mahmut Babalardan aktardıkları ve yine
aşık-ı sadıklarımızın nutukları üzerinden anlatmaya çabalayıp, onların pürü pak
olan hikmetlerine leke kondurmamaya gayret edeceğiz.
Yazımızın başından
itibaren vermiş olduğumuz alıntılar genel itibariyle Aşık Ali Dede’nin ölüme ve
ölümden sonra ki hayata ilişkin
görüşlerini yansıtmaktadır ancak açmakta yarar görüyoruz. Alevi itikatında Cennet
ve Cehennemi anlamak evvela yaratılışı anlamakla mümkündür. Kısacası ebu
ceddimizden aktarılan anlatıyı anlatalım.
“Hakkın kandilinde
gizli nihanda
La mekan elinde sır idi Ali
Küntü kenzin hep esrarı andadır
Dünya kurulmadan var idi Ali
Feriştahlar kendi nurundan oldu
Sen kimsin diye Cibril’e sordu
Cibril bilemedi kanadı yandı
Ol zaman kandilde nur idi Ali
Ol vakit “Kün” dedi dünya kuruldu
Ademi balçıktan yaptı yoğurdu
Kendi anasını kendi doğurdu
(Be) nokta altında bir idi Ali
Adem’in bezminden Şit’e erişti
Müminin evrakı ona karıştı
Ayin oldu Yasin ile görüştü
Evrakı ezelden dür idi Ali
Kur’an’da Ali’dir İncil’de İlyâ
Zebur’da Papa’dır Tevrat’ta Ulya
Yoktan var eyledi bu cümle eşya
Devranî kapında kulundur Ali”
Emlekli Aşık Devrani
(1928-1993)
Hakk “kün” emri ile
yerin, göğün binasını çatmadan evvel kendi nurunu şahlayıp (ikiye bölüp)
Muhammed Ali’nin nurunu yarattı. Muhammed Ali’nin nuru bir yeşil kubbenin içine
kondu. O anda “Kün” emri hasıl oldu ve
yerin göğün, arşın kürşün binası çatıldı. Hakk ondan kerli de Muhammed Ali’nin yüzü
suyu hürmetine Adem’den Hatem’e 124 bin nebi, 128 bin velinin ve bilcümle insün
cinsün, dev ile perinin ruhunu yarattı ve sordu “Ey kullarım sizi özünüze şahit
tutuyorum; o halde ikrar getirin ben sizin Rabbiniz değil miyim?” cümle
mahlûkat hep bir ağızdan “Kalu belî” dediler yani “Evet, sen bizim
Rabbimizsin.” Tüm ruhlar vakti çatıp bir vücuda girecekleri güne kadar bu ahdin
yapıldığı yerde (Bezm-i Elest) durdular. Hakk’ın emriyinen Azrail yer yüzüne
indi dünyanın dört köşesinden balçık aldı getirdi, Allah o balçıktan Adem
atanın vücudunu yaptı ve ruhunu içine üfledi. Adem ata ilk defa ten gözüyle
etrafına baktı, baktı ki ne görsün karşısında olanca ışıltısı ile bir yazı. “La İlahe
İllallah, Muhammeden Resulullah, Aliyyün Veliyullah” yazılı olan
hattı okudu ve nurundan gözlerinin kamaştığı, Hakk’ın cemaline dönerek sordu.
“Ey yerin, göğün sahibi kudretinden sual sorulmayan, şahitlik ederim ki ilahım
yalnızca sensin ancak Muhammed Resullulah, Aliyyün Veliyullah kim?”
-“ Ey Adem; her ne
kadar sen ilk insan ve ilk peygamber olsan dahi ben cemi, cümleyi onların yüzü
suyu hürmetine yarattım. Sana ve senden sonrakilere de farzdır ki onlara şeksiz,
gümansız sıdkı iman ile ikrarınızı bağlayın. Onlar ki benim Hanedan-ı
Ehlibeytimdir.”
Adem Ata bu manayı
öğrendikten sonra her iki yanına nazar eyledi, gördü ki bir tarafında üç tane
birbirinden güzel kuşlar bir tarafında da üç tane birbirinden çirkin, yapmacık
mı yapmacık kuşlar. Sual buyurdu kuşlara “ Siz kimsiniz ey mahluklar?”
O güzel kuşlardan biri
buyurdu “Ben ilim, irfanım.”
Yerin nere diye buyurdu
Adem ata:
“İnsanın aklı
yerimdir sultanım.” Dedi kuş.
İkinci kuşa sual
buyurdu
“Edep ve haya” dedi kuş
Yerin neresi diye
buyurdu Adem ata
“İnsanın yüzü ve
gözüdür” dedi kuş
Üçüncüye sordu
“İkrâr û imanım
Sultanım” dedi kuş,
Yurdun neresi dedi
Adem Ata
“İnsanın göğsüdür”
dedi kuş.
“E yeriyize girin”
dedi, kuşlar yerine girince Adem Ata rahatladı.
Birbirinden yapmacık
olan kuşlara döndü “Sizler kimsiniz?” diye buyurdu Ata:
“Ben kibirim ey Adem”
dedi
Yerin neresi diye
sual buyurdu Adem Ata:
“ İnsanın başı” dedi kuş.
“E orası aklın
yeridir” dedi Adem Ata, kuş cevap verdi:
“Ben geldikten sonra
insanda akıl kalmaz.” dedi.
Diğerine sordu o da:
“Ben Hırs ve tamahım”
dedi kuş
Yerin nere dedi Adem
Ata
“İnsanın yüzü ve
gözüdür” dedi.
“Orası Edep ve
hayanın yeri” dedi Adem Ata
“Ben gelirsem insanda
ne edep kalır ne de haya” dedi kuş.
Son kuşa sorunca o da
dedi ki “Benim de adım Haset ey adem.”
Adem ata buyurdu “Orası
ikrar imanın, ilim irfanın yeridir” dedi.
“Ben gelirsem insanda
ne ikrar-iman ne de ilim irfan kalır.” dedi kuş
Adem Ata yüzünü
buruşturdu ve kuşlar çekip gittiler. Dolayısıyla o demden bu deme yaratılan tüm
ademler cihana masum-u pak olarak gelir ancak yaşadığı süreç boyunca kirlenir;
benlik, kin, kibir sahibi olur ve dolayısıyla o yapmacık kuşlar bedenini ele
geçirir. Ya da o şeytani sıfatlardan uzak durarak içinde bulunan Rahmani nura
teslim olur, dolayısıyla insanı kâmillik mertebesine erişir.
Velhasılı ademiyetten
maksat İnsan-ı Kamilliktir.
Ölüm hususuna gelecek
olursak Alevi-Bektaşi-Melami gibi birçok tarikin ulularından saydığı Yunus
Emre’nin kelamı bahsi açmamız için çok önemli bir girizgah olacaktır. “Ölür ise
ten ölür canlar ölesi değil.” nutkunda Derviş Yunus’un buyurduğu üzere vakit gelip
Hakk’ın emri rızası çattığında tinin, tenden; canın bedenden ayrıldığı olaya
“Ölüm” denir. Lakin bu tariki müstakıyme (dosdoğru yola) giren her can
bilmektedir ki ten zaten fanidir, baki olan candır. O daim diri olan (Hayy)
Hakk’ın bir parçası olduğu için ölümsüzdür.
Yine hem Mevlevî
hemde Bektaşî yoluna intisap etmiş ve kendi muhabbetlerindeki beyanlarında açık
olduğu üzere Edip Harabi’den çok etkilenmiş olan Konyalı Abdallardan Aşık
Haydar Pekaşık’ın şu kelamı seyri sülukunu tamamlamamış insanın ölümünü çok
güzel anlatıyor:
“Beden bir elbisedir,
ihtiyacın bitince çıkarırsın yeni elbiseler giyersin, toprak ana evladını hiç
yer mi? Aslında korkacak bir şey yok. Bedenine duyacağın en büyük saygı o
bedeni zinadan, haramdan ve kötülüklerden korumaktır. Sen, ben yok sultanım,
biz varız, daha ilerisi hepimiz O’yuz...”
Evet, beden bir
elbisedir. Zamanı gelince bir başkasını giyersin ta ki seyri süluk dediğimiz o
kemalata erme sürecini tamamlayana kadar. Aşık-ı sadıkların buyurduğu üzere
tarikat ilminden nasiplenmiş kimse ölümü dert edinmez onun yegane derdi içinde
bulunduğu bedende seyrini tamamlamaktır. Bu meyanda üç çeşit ölüm vardır. Bu
ölümleri başlıklar halinde aktaralım.
Hâm Ervah’ın Ölümü
Bir kişi Hakikat
yoluna girmemiş; nefsinden kininden, kibirinden velhasılı nefs-i emmareden
arınmayı kendine düstur bellememiş ise Şeriat ehlidir, bir diğer deyişle ham
ervahtır. Kişi bu hal ile son nefesini verdiğinde Hakk onun cennet cemaline
mazhar olmasına razı olmaz. Kaldığı yerden seyrine devam etmesi içün yeni bir
bedende yeniden can verir. Dolayısıyla bu kişi Cehennem’e tekrardan dönecek
ızdırap çekmeye devam edecek ancak bunun farkına varamayacak, ta ki ademiyete
adım atana kadar.
Adem’in Ölümü
Adem’de tıpkı ham
ervah gibi nihai hedefe ulaşasıya kadar tekrar tekrar başka donlarda gelir
cihana. Ancak bu merhalede ölen Adem’in farkı şudur. Ham ervah devrettiğinin
farkında değildir. Yani içinde bulunduğu cehennemi idrak etmekten gayet tabi
uzaktır. Ancak tarikat ilminden nasip almış adem bunun farkındadır. Muhammed
Mustafa’nın zindan dediği bu dünyaya tekrardan gelişinin ızdırabını hisseder.
Ruhunun tekamül etmesi için hizmat eyler. Yanı sıra Adem için dünya cehennem
değil Araf’tır. O da bunun fehmindedir, dolayısıyla ızdırabı diğerinden daha
büyüktür.
İnsan-ı Kâmilin Ölümü
Hakikat babından
(kapısından) içeri giren kişi Hakk’ı Hakk’el Yakin gördükten sonra fenafillah
mertebesine erişir. Tıbben ölümü gerçekleşmeden nefsini öldüren bu aşıkların
canı Hz. Maşuk’a kavuşur. Yani kesret aleminden vahdet alemine geçerler, bu ise
kendi bedeninde kendini öldürüp, Hakk’ın bedeninde kendini var etmekten geçer. Binaenaleyh
devrini tamamlayan adem artık Hakk’ın cemaline mazhar olmuş, ona karışmış yani
cennet ile ödüllendirilmiştir. Artık onun görevi kendinden önce gelenlerin
yaptığı gibi kemalat yoluna girmişlerin elinden tutmak, onlara ışık tutmak,
cârlarına yetmektir.
Yazının başında Aşık
Ali Dede’nin söylediği “gönlünün möhrünü çözenlere görüneceyik bir vakit”
kelamının manası da budur işte. Aşık Ali Dede; ceddi Mahmut Baba gibi
erenlerin, evliyaların, enbiyaların farklı zamanlarda, farklı biçimlerde
göründüklerini söylemektedir. Yine geçenlerde bir aşığımızın da dilinde
duyduğum Hasan Dede’min de söylediği bir hususa değinecek olursak dedem bu
muhabbetler her açıldığında. Bir kişi herhangi bir ereni rüyasında, esridiği bir
anda gördüğünü anlattığında “Ahir zaman, vakit tamam. Onlar gelecek, zulüm
bitecek. Hakk, batıla galip gelecek. Vakit tamamdır” derdi. Ona göre dünya yedi
kere dolmuş, boşalmış bizlerde bir demin sonuna yaklaşmıştık. Bir perde
kapanacak, bir perde açılacak.
Ezcümle Cennet-Cehennem-Araf
mehfumu Kızıldeli Ocağı evlatlarından Aşık Ali Dede’nin anlayışında böyledir. Hakk
bizleri onların kemalından, cemalından cüda düşürmesin.
Son sözü yine Hasan
Dedeme bırakalım:
“Damla deryaya düştü,
karıştı. Söyle bana oğul damla mı deryada kayboldu, derya mı damlada? Deryanın sırrını
damladan anlıyorsak o halde sağir ne, kebir ne, damla ne, derya ne?”
“Ademdir rahmeti
rahman,
Ademdir gevheri
her kan
Alem cismidir,
adem can
Gel ademe, gel
ademe”
Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi (17.Yy.)
HÛ!
Mustafa Sazcı
Yorumlar
Yorum Gönder