ZİNDANDAN KURTULMAK-3
İNKÂR VE İMAN
“Hakîkat bir gizli
sırdır
Açabilirsen gel beri.
Küfr içinde îman vardır
Seçebilirsen gel beri.”
“Eyle sultanım eyle.
Sır içinde sırdır hakikat, o halde sırrı zır (açık) etmemek gerek. An’içün
erkânımızı soranlara verilen cevap “Girde gör.” olmuştur her vakit. Ne diyor
aşık “Sırrını verme kallaşa, gönlü münkir kalbi daşa”. Gerçi mümin de, münkirde
birbirinin içindedir. Hakikata vasıl olmuş müminin ilk durağıdır münkirlik.
Şaşırma öyle gadasını aldığım hele düşün bir; mümin kimin müminidir, münkir
neyin münkiridir.”
Hasan Dede
“Biz münkiri müminlerden
seçeriz”
La Edri
Hakikat; Adem’den
Hatem’e, Hatem’den bu deme sırrın sır içinde sır edildiği bir râhtır.
Dolayısıyla Hasan Dede’nin söylediğinden de anlaşılacağı üzere bu sır yalnızca
ehline açılmalı, gayrısına faş edilmemelidir. Hakeza kâl ehli söylesende
anlamaz, hâl ehline ise söylemeye ne hacet?
Bu yazıdaki konumuz
inkâr ve iman mefhumudur. Zindandan Kurtulmak yazı serisinin diğer bölümlerinde
de olduğu gibi bu yazı dizimizde de Hakikatlilerin kelamlarına şu perişan
sözlerimiz ile leke kondurmayacağımıza söz veriyoruz.
Destimiz deman,
küfrümüz iman, yardımcımız Cenab-ı Şah-ı Merdan ola.
Bahsimize evvela iman
mefhumunu açarak başlayalım.
Kelime itibariyle
“güven içinde bulunmak, korkusuz olmak” anlamındaki emn (emân) kökünden türeyen
îmân “güven duygusu içinde tasdik etmek, inanmak” demektir. Velhasılı Hasan
Dede’nin bir başka kelamında belirttiği üzere iman, koşulsuz şartsız aşkın ve
teslimiyetin meyvesidir.
Peki bu kelimenin
zıttı olarak kullanılan inkâr kavramı nedir?
İnkâr kavramı da yine
TDK verilerine göre “Yaptığını, söylediğini, tanık olduğunu saklama, gizleme,
yadsıma (1) Kabul etmeme, tanımama (2)” olarak tanımlanır. Yine inancımızda
inkâr kelimesi küfür ve tekzibin karşılığı olarak da kullanılır. İtikatımıza
göre Bezm-i Elest’de Hakk’a verdiğimiz ikrar (ahd-î mîsâk) sonucu kalbimize
iman tecelli etmiştir, o iman ki yere-göğe, arşa-kürşe sığmayan Hakk’ın
sıfatıdır. Bu nedenle kalbindeki imanı, inkâr ile örten kişiye nasıl ki “kafir”
ifadesi kullanılıyorsa “münkir” ifadesi de kullanılır. Ezcümle inkâr “Kişinin
tercihen kendi hakikatine yabancılaşmasıdır.”
İşte tam burada Hasan
Dede’nin bu iki birbirine zıt kavramı birbiriyle cem etmesi bizleri derin bir
tefekküre sevk ediyor. Kim ateş ile suyun bir kabın içinde birbirinin varlığına
tehdit oluşturmayacak şekilde durabileceğini söyleyebilir. Oysaki Hasan
Dede’nin en sade haliyle söylediği bu.
E söyler tabi,
pamuğun içinde közü taşıyanlara su ile ateşi birbirine yoldaş etmek zor gelir
mi hiç?
Peki Hasan Dede bu
söylediği kelamı hangi hikmetlere dayandırıyordu, bunu öğrenmek için yine sözü
Hasan Dede’ye bırakalım.
“Sen şu deyişi bilin
mi oğul, neydi…ha:
İstemem cihanda gayrı meyvayı
Tadına doyulmaz balımdır Ali
İstemem eşyayı verseler dahi
Kokmazam sümbülüm, gülümdür Ali.
E işte müminin
müminliği, aşığın aşıklığı, münkirin münkirliği bu demde zuhur eder. Onu mümin
yapanda münkir yapanda ne için neyden vazgeçtiğidir. An’içün “illa” ya varmaya
talip olana “lâ” bir geçittir. Birliğin anahtarı, gönüllerin ilacı Kelime-i
Tevhid nasıl getiriliyor, “La ilahe illallah, Muhammeden Resulullah, Aliyyün
Veliyullah”
Bu meyanda Allah’a,
nebisine ve velisine iman inkâr ile başlar. Neyi inkâr; O’ndan gayrısını,
maddenin kuşatmasını…. Bunu temellendirmek gerekirse yine tevhitlerimizde
söylediğimiz “La mevcuda illa Hû!” da buna delil olacaktır. Yine Tarık-i Muhammed Ali’ye intisap etmiş
olan bizler İsmi Azam okuyup Şah-ı Merdan, Şir-i Yezdan, Haydar-ı Kerrar,
Aliyyül Mürteza’yı methederken virdettiğimiz “La feta illa Ali, La Seyfe illa
Zülfikar.” lafz-ı cemilinde de bu sabittir.
Hakeza Hallac-ı
Mansur’a dârı, Fazlullah Hurufi’ye hançeri reva gören; Seyyid Nesimi’nin
derisini yüzdüren La’nın sırrına ermeyenler değil midir?
Lâ’nın sırrı Hallac-ı
Mansur’un “Ene’l Hakk”, Hasan-ı Basrî ‘nin “Cübbemin altında Allah’tan gayrısı
yoktur.” kelam-ı hakikiyesinde saklıdır. Hasan-ı Basri’nin bu kelamını duyanlar
kesret (çokluk) alemindeki idrak kabiliyetleri ile onun kendini Allah yerine
koyduğunu sandılar oysaki Vahdet (birlik) meyinden içen diğer erenler gibi
Hasan-ı Basri’nin de söylemek istediği onların düşündüklerinden oldukça
farklıdır. Onun için kainatta Hakk’tan gayrısının mevcudiyetine inanmak
ikiliktir, ikilikte ise Hakikat ehline murad yoktur.
Eğer ben var isem
Hakk’ın varlığı dışında bir varlığı kabul etmiş olurum oysaki kainatta ki her
nesnede Hakk bir sıfatı ile zuhur etmiştir. Tabii tüm hakikatıyla bunun fehmine
varmak kişinin Fenafillah mertebesine ermesi ile mümkündür. Fenafillah
mertebesine ermiş olan mümin ise gerçek bir münkirdir o kendi benliğinin de içinde
bulunduğu masivaullahı reddetmiştir. Çünkü onun için zahirde olan batında
yoktur. Zahirde var olan öz benliği, hanesini, yurdunu, gezegeni, mülk-servet,
şan û şöhret batında yalnızca Hakk’tır, Hakk’tandır.
Ezcümle Hakikat ehli
zahirin münkiri, batının müminidir.
Perişan sözlerimize nihayet
bitirirken son sözü yine Kerimi Baba’ya bırakalım:
Bakılsa âk-ü karaya
İkilik girer araya
Kulak versen mâceraya
İkilik girer araya
Varlığımız senin olsa
Cihan senin ile dolsa
Hâlik mahlûk başka
olsa
İkilik girer araya
Vahdet deminden
içmezse
Âk-ü karâyı seçmezse
Kerîmî serden
geçmezse
İkilik girer araya.
HÛ!
Yorumlar
Yorum Gönder