Gastronomi
ve İnanç Etkileşimi Üzerine Bir İnceleme:
Yemin
Etme Aracı Olarak Dolu İçme
İnsanlık tarihi kadar eski olan ve
bireyin yaşamını sürdürmek için gereksinim duyduğu fiziksel ihtiyaçlarının
başında yeme-içme gelmektedir. Zamana ve ortama bağlı baskın kültürel
karakterlerle lezzet, tat, form ve çeşitleri değişiklik gösterse de bu
gereksinim hiçbir zaman yok olmamıştır. İnsanlık tarihi kadar köklü bir geçmişe
sahip olan yeme-içme alışkanlığı coğrafya, kültür ve inanç gibi çeşitli faktörlerden
de etkilenmiştir.*1
“Din ve mutfak arasındaki etkileşim
sadece günümüz toplumlarında ve geniş insan topluluklarında inanılan dinler
için değil, aynı zamanda tarihte belli küçük bölgelerde ortaya çıkmış ve ömrü
kısa olan inanışlarda da mevcuttur. Birçok eski inanışta ibadetler geniş
bölgelerde yapılan toplu eğlencelerde ziyafetler eşliğinde yapılmaktadır.
Günümüzde ise birçok din ürün bazlı veya tüketim kalıpları bakımından
mutfakları ve gıda tüketimini şekillendirmektedir. İki olgu arasındaki
etkileşim konuyla ilgili akademik çalışmaları gerekli kılmaktadır.”*2
İbrahimi Dinler başta olmak üzere
birçok inanç inananlarına kimi gıda maddelerini yasaklarken kimi gıda
maddelerine ise teşvik etmiştir. Bu yasaklar mutfağın gelişmesinde her ne kadar
olumsuz karşılansa da kimi açıdan gelişiminde önemli katkılar bulundurmaktadır.
Örneğin içkinin yasak olduğu İslam coğrafyasında bu durum envai çeşit
meşrubatın oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Velhasılı bugün bizlerin bu başlık
altında kimi bölgelerde /süreklerde rakı/şarap ve ekmek kimi bölgelerde ise su
ve ekmek ile yapılan bir yemin ritüeli olan “Dolu İçme” geleneğini
inceleyeceğiz.
Alevi İnancında ve Türk İnanç Dünyasında
Su:
Su, neredeyse tüm inanç ve dinlerde
hayatın kaynağı, kutsallığın, fiziksel ve ruhsal arınmanın temel maddesidir.
Varoluşunun sırrını çözmeye, yaradanını anlamaya çalışan insan, fiziksel
varlığı için de önemli olan suyun etrafında yaşam alanı kurmayı hedeflemiştir.
Türk mitolojisine göre dünya,
başlangıçta uçsuz bucaksız, sonsuz sudan ibarettir. Bu sonsuz suyun üzerinde
mütemadiyen uçup duran Tanrının konacağı küçücük bir kara parçası bile yoktur
(Ögel, 1989: 419- 492). Bu kozmik oluşum, W. Radlof’un derlediği Altay
Yaradılış Desdanı’nda şöyle geçer: “Hiçbir şey yok iken Tanrı Kayra Han’la
uçsuz bucaksız su (okyanus) vardır. Dalgalanan suyun içinden yaratıcı dişi
Tanrı Ak Ana ( Akine) çıkarak Tanrıya, “Yarat” deyip sonra tekrar suya gömülür.
Bunun üzerine Tanrı Karahan da kendisine benzer bir varlık yaratarak ona “Kişi”
adını verir.” Bu anlatıma göre su, evrenin ilk maddesi olup bütün alem bu
okyanus suyundan yaratılmıştır.*3
Alevi-Bektaşi yolunda ise su her ne
kadar fiziki bir ihtiyaç olarak değer görse de onun arıtıcı özelliği esas
benimsenen yanıdır. “Su gibi aziz (ari) olasın.” sözleri de bu nedenle
söylenir. Yanı sıra suyun tek kaynağının yağmur olduğuna inanan Alevi/Bektaşi toplumu
suyu “rahmet” olarak da adlandırır. Yanı sıra Ab-ı Hayat kaynağı olarak
gördükleri Munzur çayı, Hacı Bektaş Dergahındaki Üçler çeşmesi ve Aslanlı
Çeşmenin suyu ve yine benzer eren ve evliyaların bulunduğu, nişan bıraktığı
yerlerin suları şifalı olarak kabul edilir. Bu nedenle türbeye giden
tanıdıklardan su istemek artık gelenek halini almıştır.
Alevi ulularının yerlerini
devredecekleri kişileri de su gibi olmasını salık verir. Kirli suyu kimse
içmez, kirli su arıtmaz bu nedenle mühim olan yıkanılandan öte onu kirlerinden
arındıranlardır.
Ekmeğin Tarihi ve İnançlarda
Ekmekle İlgili Ritüeller:
Ekmeğin tarihinin günümüzden 8 bin yıl
evvel insanların toplamış oldukları hububatı iki taşın arasında kırıp,
ufaladığı sonra da bunlara su katıp elde ettiği hamuru yassı bir kaya üzerine
yayarak ateşte pişirdiği günlere kadar uzanır. Anadolu
Üniversitesi’nden Kazı Heyeti Başkanı Doç. Dr. Ali Umut Türkcan Çatalhöyük’te
2024 yılında yapılan kazı sonucu 8600 yıl öncesine ait ekmek kalıntısı
bulduklarını aktardı.
Adem peygamber ile Havva Ananın
cennet taamı (yiyeceği) olan buğday*4 tarihin her döneminde varlığını
sürdürmüştür. İnanca göre Adem atanın yediği ilk şey buğdaydan yapılmış bir çorbadır
yine Adem ile Havva’nın cennetten sürülmesi üzerine Cibril’in Adem ataya
öğrettiği ilk şey buğdayı un, unu da ekmek haline getirmek olmuştur. Yine
Hristiyanların Paskalya, Ton Psihon (Ölüler Günü) ve Meryem’in Göğe Çıkışı için
ceviz, kurutulmuş meyve, baharat ve şeker kaplı haşlanmış buğdaydan oluşan koliva;
Ermenilerin Noel’de ve yeni yılda yaptığı bakliyatsız bir aşure olan anuşabur
; Müslümanların ise Kerbela’da İslam Peygamberi Muhammed Mustafa’nın
torunu, Hz. Fatıma ve Hz. Ali’nin oğlu İmam Hüseyin ile 72 şehidin
katledilişine kadar bir çok peygamberin yaşadığı mucizelere*5
şükretmek için yapılan ancak Kerbela’dan sonra ise Kerbela Şehitlerine
atfedilen Aşure (Tatlı ve tuzlu olan çeşitleri vardır ve Alevi/Bektaşiler bunu
su, şeker ve tuz dahil toplam 12 çeşit ürün ile hazırlar) ; yine Arap
Alevilerinin de çoğunlukla yaptığı herise veya çeşitli kutlama ve
eğlencelerde yapılan keşkekte kutsallığını bu gibi inançlardan alan yiyeceklerdir.
Neolitik dönemde insanların buğdayı öğütmeyi öğrenmesiyle ekmek de kutsal bir yiyecek haline gelmiş ve yine Yakın Doğu’da tanrılara sunulan en önemli adaklardan olmuştur. Bu geleneği bir ekmek türü olan “niyaz veya ketenin” çeşitli ziyaretlere götürülmesinde gözlemleyebiliyoruz.
Yahudilikte kutlanan Şavuot
Bayramı’nın zamanı ekmek yaptıkları buğdayın toplanma zamanına denk gelmektedir
ve toplanan buğdaydan yapılan ekmek Tanrıya sunulmaktadır.*6 Yine
Fısıh (Pesah) bir diğer adıyla Hamursuz Bayramında da mayasız ekmek tüketilir.
Hristiyanlıkta ise İsa Peygamberin doğduğu
yerin Beytüllahim (Ekmek Evi) olarak adlandırılması ekmeğe verilen değerin ilk
örneğidir/işaretidir. Aynı zamanda ekmek üç kutsaldan biri olarak sayılır.
İncil’de ise İsa’nın “Ben cennetten inmiş olan yaşayan ekmeğim. Her kim bu
ekmeği yerse sonsuza kadar yaşayacaktır.”. Bir diğer örneği ise son akşam
yemeğinde yapılan şu vurgudur: “Size ilettiğimi ben Rab’den öğrendim. Ele
verildiği gece Rab İsa eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve şöyle dedi:
“Bu sizin uğrunuza feda edilen bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın.” Aynı
biçimde yemekten sonra kâseyi alıp şöyle dedi: “Bu kâse kanımla gerçekleşen
yeni antlaşmadır. Her içtiğinizde beni anmak için böyle yapın.” Bu ekmeği her
yediğinizde ve bu kâseden her içtiğinizde, Rab’bin gelişine dek Rab’bin ölümünü
ilan etmiş olursunuz.”*7
İslamiyette de diğer dinlerde
olduğu gibi ekmek hürmet duyulan bir gıda maddesidir. Buna sebep olan şey ise
İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in şu hadisleridir: "Kıymetli olan
ekmeğe hürmet et!", "Ekmeğe saygı duyun. Çünkü o yerin ve göğün
bereketlerindendir. Kim sofradaki ekmek kırıntılarını yerse günahları
bağışlanır.", "Ekmeğe hürmet ediniz. Ona hürmet edene Allah da
ikramda bulunur."*8
Ekmeğin ve ekmeğe dayalı inançlar
ve ritüeller tüm inançlarda farklı bir şekilde var olsa da Anadolu coğrafyası
ve dahası Anadolu ve komşu coğrafyalarda varlığını sürdüren Alevi/Bektaşi
inancı bu zenginliğin en büyük menbaıdır.
Türk kültüründe doğum yapan kadının
baş kıltına ekmek, tuz, bıçak bırakılması. Yenidoğan çocuğun korkmasını
engellemek için yastığının altına bir torba içinde ekmek bırakılması.
Anadolu’da artık bir gelenek haline gelmiş olan Ramazan ayı boyunca Ramazan
pidesi ile iftarların yapılması, bir şey konusunda yemin etmek istendiğinde
“Ekmek, Mushaf beni çarpsın/kör etsin ki” diye yemin edilmesi. Yeminin
bozulacağı zaman yemin eden kişinin başında ekmeğin parçalanması ve kurdun
kuşun önüne verilmesi vb. birçok husus buna örnek verilebilir.
Alevi/Bektaşi inancında da tüm
diğer topluluklarda da olduğu gibi ekmek hem batînen hem de zahiren kutsaldır. Alevi
uluları ekmeği insana benzetir ve şöyle anlatırlar: Ekmek yapılırken anabacılar
hamurdan bir parça koparıp çocukların eline verir, onunla oyalanıp işlerine
karışmasınlar diye ama o ekmek ocağa/ateşe girip piştikten sonra bir kırıntısı
dahi yerde görülse öpüp başa koyup yüksek bir yere kaldırılır. İşte insanda
böyledir bir pirin ocağında pişerse cemaliyle, kemaliyle insan olur.” . Zahir
de ise ekmeğin hikmetini emeğin, alınterinin en kutsal şey olduğuna inanan
Alevi uluları şu söz ile anlatır: “Ekmek dört kitaptan üstündür.”, “amma
bilene” diye de eklerler.
Alevi-Bektaşi inancında kanlı
kurbanın yanı sıra kansız kurban olarak adlandırılan yiyeceklerin arasında en
çok bilineni daha çok Doğu Anadolu’da günümüzde ise her bölgede var olan “Niyaz
ve Kete’dir”. Niyaz başta dağ, tepe, ırmak orman kenarlarında bulunan Hızır
ziyaretleri olmak üzere çeşitli makam, ziyaret ve türbelere götürülen bir tür
ekmektir.
Velhasılı ekmeğin kutsallığı diğer
inançlarda olduğu gibi Alevi/Bektaşilerde de fazlasıyla vardır.
Bir Yemin Türü Olan Dolu İçme
Erkânı/Geleneği:
Alevi/Bektaşi inancı içerisinde bir
kolda Abdalan sürektir bu süreğin baştemsilcisi olan Rum Abdalları ve onların
ardılları olan bir takım ocaklar bu süreğin sürmesini ve hatta bugüne kadar
gelmesini sağlamıştır. Bu ocaklar Erdebil Dergâhına bağlı olarak târık denilen
tılsımlı asalar ile hizmet yürüten İmam Zeynelabidin, Kızıldeli, Karayağmur,
Tozluoğulları gibi ocaklardır. Bunların içerisinde Pirlik ve Rehberlik hizmeti
kendi içinde olan Kızıldeli ocağı başlığımızda belirttiğimiz konuyu
inceleyeceğimiz ocaktır.
Dolu kelimesi TDK tarafından “İçki
doldurulmuş bardak.” olarak tanımlanmaktadır. Bektaşi süreğinde “Akyazılı”
olarak adlandırılan ve Balım Sultan muhabbetlerinde alınan rakıya da dolu
kavramı kullanılmaktadır. Yanı sıra dem ve bade kavramları ile birlikte
kullanılan dolu kavramı Pirlerin dilinden dökülen hikmetler içinde
kullanılmaktadır. Peki dolu içme geleneği nedir?
Alevi toplumu, inançları varolduğu
andan itibaren varolan müşküllerini kendi içinden dar-didar gözeterek çözmüş
çok yakın bir tarihe kadar da ne modern devletin mahkemelerine ne de
Osmanlı’nın kadılarına kendi iç sorunlarını götürmemişlerdir. Velhasılı bu
sorunlar o dönem taliplerinden sorumlu olan ocakzade Rehber, Pir ve Mürşitler
tarafından çözülmüştür.
Peki teknolojinin hızla ilerlediği
bu dönemde bile tanık, delil bulmakta zorlanılıyor. O dönemde kanıt, delil
gerektiren müşküllerde bu nasıl görülüyordu?
Evet dedelerin kesin bir yargıya
varması zaman alır çünkü Hakk’ın terazisi şaşmamalı dolayısıyla emin olunmadan
hüküm verilmemeli çünkü Alevilerde büyük hatalardan biride “Karamet” (iftira
atma, suç isnad etme.) atmadır. Dedenin haklıyı-haksızı seçemediği durumda ise yolun
mistik/ezoterik yönü ortaya çıkıyor ve dolu içme erkânı başlıyor.
Bu erkân en kısa tabiri ile bir
bardak suya ve bir parça ekmeğe verilen yemindir ancak diğer yeminlerde olduğu
gibi yeminden geri dönüş yoktur.
Erkân, peyiğin veya sofuların ehl-i
kamil kişileri erkânın görüleceği yere daveti ile başlar, bu erkanın öncesinde
yapılacak yerin önünde ateş yakılır ateş köze durunca sac ile cemaatin
toplandığı yere getirilir ve erkânn dedenin (Rehber, Pir veya Mürşit) katılımı
ile başlar. Erkânı yürütecek olan dede sacı meydanın ortasından kendine taraf
getirilmesini ister ardından kapının önünde bekleyen davacıları ünler
(çağırır). Sırası ile taraflar tekrardan dinlenir ve dede buyurur “Ey cemaat,
ey talipler meydanda bir müşkül var. Bilirsiniz ki yolumuz kıldan ince kılıçtan
keskindir. Demirden leblebidir, ateşten gömlektir giyemezsin. Hele de bu Hakk
Muhammed Ali postuna oturan dede için daha da zordur. Ey talipler biz sizi,
sizi de özünüze bıraktık bilirsiniz ki bu doluyu haksız yere içenin derdine
derman, yarasına melhem bulunmaz. Dolu içenin yanı sıra bu mübareğin çıngısı
haklı ilen haksızı bilip de susanı da bulur. Beni dinlerseniz varın gidin biraz
daha düşünün haksız olan bu köz sönene kadar bana gelip durumu anlatsın.
Erenlerin himmetiylen çözeriz evelallah. Allah Eyvallah mı canlar?”
Eğer müşkülü olanlar Allah eyvallah
derse bir gün düşünmeleri için zaman verilir ve ertesi gün baştan süreç
başlatılır. Eğer ki“Muhammed Ali’nin erkânı yürüsün dedem” derlerse erkân
kaldığı yerden devam eder ve dede dolu içirmeye başlar. Dolu kimi yörelerde çay
bardağının altına kadar doldurulan rakı, kimi bölgelerde ise yarım çay bardağı
su ile bir parça ekmektir.
Doluyu herkese dede sunar ve herkes
kendisi için içer ve yer, ekmeği yiyip suyu içtikten sonra ise dedenin
söylediği şu cümleleri tekrarlarlar:
Daha sonra bu meydanda olanlar sır
edilir köz dışarıya bırakılır. İnanç o dur ki haksınız kim olduğu en kısa
zamanda ortaya çıkar. Bu yemini eden kişi en kötü bir şekilde canından olur çünkü
bugüne kadar Ali evladına talip olanların, yerdeki yer meleklerin, gökteki gök
meleklerinin laneti onun üzerine olur.
Tabii bazı durumlar da dolu içmek
zorunda kalan kişiler, dolu içmekten korktukları için suçunu itiraf eder
razılık alır meydanda cezasını çektikten sonra paklanır. Bu da toplumdaki
rızalaşmanın sağlanmasındaki en büyük araçlardan biri haline gelir. Tabii bu
erkân hakkında hala bölgede birçok anlatı hala sürmektedir. Bunlardan birini
kısaca anlatalım:
“ Kızıldeli Ocağı evlatlarından Şıh
Mahmut Baba’nın oğlu Aşık Ali Dede bir gün Osmaniye’de hanesinde otururken
henüz daha yeni evlenmiş bir çift altınları çalınınca dedenin yanına gelirler.
Başından geçenleri anlattıktan sonra dedeye “Dede, dede eğer ceddinde keramet
varsa bu meseleyi çöz.” der. Tabii dede herkesi evinin avlusuna çağırır durumu
anlatır ve suçlunun sabaha kadar gelip dedenin evinin önündeki tenekenin içine
çaldığı şeyi bırakmasını ve kendini tanıyacağı bir emanet bırakmasını ister ve
sabaha kadar bekler. Sabah gider bakar ki hiçbir şey yok. Şüphelendikleri
kişilere ve yörenin kamillerine peyik (haberci) gönderir çocuklarına da evinin
önünde ateş yaktırır. Herkes meydanda yerini aldıktan sonra Ali Dede nasihatta
bulunur, “elleriyle koymadıklarını almamalarını, gözüyle görmediklerini
söylememelerini, kulağıyla duymadıklarına duydum dememelerini” söyler ve
ardından erkâna geçer. Meydanda bulunan herkes “Eğer ben çalmadıysam bu içtiğim
su ab-ı hayat bu yediğim ekmekte Adem atanın cennet taamı olsun. Eğer ki ben
hırkızlık yapığ çaldıysam içtiğim bu su İmam Hüseyn’in kanı, yediğim bu ekmekte
İmam Hüseyn’in, Celal Abbas’ın eti olsun. Dedenin ceddi Kızıldeli, Mahmut Baba
canıma karim (hasım) olsun, Kızıldeli’nin oku sol böğrümden vursun” diyerek
içer ve ekmeği yer. Ancak içlerinde olan Zöhre doluyu içerken ekmeği yerken korkarak,
çekinerek yer. Neyse erkanın bitmesinden sonra aradan üç gün geçer. Bu Zöhre
eşeğine yükünü yükler yenidoğmuş olan çocuğunuda sırtına sarar gecenin behrinde
(vaktinde) tren yolundan öyle karşı köye gider. Tam tren yolunu karşıya
geçecekken duraklar kalır, tren gelir eşek ile bitlikte bunu altına alır. Treni
süren adamda domuzu ezdik diye umursamaz gider Toprakkale istasyonuna
yaklaştığında bakar ki bir yerden çocuk ağlaması sesi geliyor. Neyse istasyona
varır bakar ki trenin önünde kancaya kundakta bir bebek takılmış. O zaman anlar
birini ezdiğini. Olayın şoku ile köye varan komşuları durumdan herkesi haberdar
eder insanlar koşar gider ama Zöhre tanınacak halde değildir. O zaman herkes
dolu içmenin ne demek olduğunu anlar.”
Bu olayı anlatan kişi de o
kundakdaki bebek olan çok sevgili Fidan halamızdır (Öksüz Kız).
Kısacası dolu içme erkânı bu
şekilde yapılmaktadır, bu erkân günümüzde yapılmaktadır ve inanılmaktadır.
Alevilerde aziz kabul edilen su ve dört
kitaptan üstün tutulan ekmek üzerine yemin içmek yeminlerin en büyüğü ve en
korkulanıdır.
Aşk ile…
*1: https://www.hasascibasiahmetozdemir.com/Sayfalar/1357/Dinlerde-Mutfak-Rituelleri.html
*2:
https://www.hasascibasiahmetozdemir.com/Sayfalar/1357/Dinlerde-Mutfak-Rituelleri.html
*4: Edip
Harabi’nin Vahdetname adli eseri :
“Âdem
ile Havva birlik idiler
Ne
güzel bir mekan bulduk dediler
Cennetin
içinde buğday yediler
Sürdük
bir tarafa puyan eyledik”
*5: 1. Hz. Âdem'in (as)
tevbesi Aşûre Günü kabul edilmiştir.
2.
Hz. Nuh (as) gemisini Cûdi Dağının üzerine Aşûre Günü demirlemiştir.
3.
Hz. İbrahim ateşten o gün kurtulmuştur.
4.
Hz. Yakub'un (as), oğlu Hz.Yusuf'un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün
görmeye başlamıştır.
5.
Hz. Yunus (as) balığın karnından Aşûre Günü kurtulmuştur.
6.
Hz. Eyyûb (as) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.
7.
Hz. Yusuf, kardeşleri tarafından atıldığı kuyudan Aşûre Günü çıkarılmıştır.
8.
Allah, Hz. Musa'ya (as) Aşûre Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak
Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.
9.
Hz. Davud'un (as) tevbesi o gün kabul edilmiştir.
10.
Hz. İsa (as) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
*6:
https://www.gzt.com/skyroad/ekmek-nimettirin-tarihi-3578511
Yorumlar
Yorum Gönder