Rızalık, Rıza Şehri, Ekoloji ve Gıda Üretimi:

 


“Başımız ikrara, yolumuz rızalığa bağlıdır. Odur ki Rızalık her işin başı, Hakk kapısının kilidi, bilcümle canlının barışıdır.”


İnsanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahip Hakk Yolu (Rea Haqq- Anadolu Aleviliği), tarihsel süreç içerisinde canlılar adına teorik ve pratik açıdan tüm güzellikleri üretmiş, diğer toplumlarda ve inançlarda üretilen güzelliği de kendi rengini çalarak bünyesine kazandırmıştır. Bu yüzden bu tarihsel bakiyenin üzerine inşa edilen Anadolu Aleviliğinin yol önderleri kendilerini tanıtırken Güruh-u Naciye’yiz (Güruh-u Naci’yiz) derler ve şunu eklerler: “Alevilik Hakk yoludur, varoluştan beri iyinin, güzelin, barışın yanında olanların inancıdır.” Bu bağlamda Alevilik; iyi insan, iyi toplum ve iyi bir ekosistem yaratma projesi olarak tanımlanabilir.


İnanç ve yaşamın bir olduğu, Baba Kureyş Ocağı Evladı Pir Efe Engin’in tanımıyla “yaşamın inancı” olan Aleviliğin temel yapı taşlarından biri sözlükte “Razı olmak, onamak, uygun bulmak, olur vermek…” anlamlarına gelen Rızalık kavramıdır. Buradan yola çıkarak Alevi inancında Rızalık ve Rıza Şehri mevzusunu tanımladıktan sonra kendi alanım nedeni ile çok önemsediğim bir konu olan Rıza Şehri’nde Ekolojik Gıda Üretimine sadece kısa bir giriş yapacağım.

 


Rızalık Kavramı:


Bir inancı öğrenmenin en iyi yolu, o inancı yaşayanları kaynak edinmektir. Şüphesiz ki ülkemizde yaşanan asimilasyon yüzünden Alevilik gibi yok edilmek istenen inançları sahiplerinden öğrenmek biraz zorlaşmakta ve bu durum da kişinin yolun ehlini bulmasını gerektirmektedir. İnançla ilgili birçok kavram gibi “rızalık” kavramı da açıklanırken birçok hatayı beraberinde getirmiştir. Ancak bizim işimiz hata olduğunu düşündüğümüz şeylerin yerine doğru olduğuna inandığımız şeyleri söylemektir.


Bugüne kadar yapılan tüm rızalık tanımları belirli klişe sözlerin ve kalıpların içinden yapılmıştır. Daha da net bir ifade ile söylemek gerekirse, Alevilikteki rızalık kavramı sadece cem içi bir olgu olarak ele alınmıştır. Hâlbuki Alevice yaşamın kendisi baştan sona rızalık temelinde kurulmuştur. 


Şimdi İmam Cafer-i Sadık’a atfedilen buyrukta geçen 3 temel Rızalığı değiştirmeden Kızıldeli Ocağı Rehberi Tenci Baba Sultan’ın ocağında yetişmiş erlerden ve Alevilerin “ayet” olarak nitelediği nefeslerden aldıklarımla yedi başlıkta inceleyeceğim.


BİRİNCİSİ KİŞİNİN KENDİSİNE OLAN RIZALIĞI:


“Arı ne gezersin balın içinde,

Türlü haller vardır halin içinde,

Yedi elek vardır yolun içinde,

Elendin mi talip eleneceksin.” 

       

Derviş Ali’nin bu nefesinde söylediği gibi, bu yol içerisinde yedi elek, yani yedi arınma ve rızalık mekanizması vardır. Bu mekanizma kişinin kendisinden başlar, Hakka yürüdüğü zaman yapılan erkanda bulunduğu Hakk Meydanında (Dâr Meydanında) sonlanır. 


Yola girmek isteyen Şeriat Kapısı ehli talip, öncelikle kendini iç muhakeme yolu ile dâra kaldırır. Bu süreçte talip cismani, zahiri gözü ile gördüğü eksiğini tamamlar, kusurunu affettirir. Kısacası Derviş Ali’nin dediği gibi yedi kez eleneceği bir eleğin içine girer. Ama bu süreçte eleyen de kendisidir, elenen de...


Âşık burada “Arı ne gezersin balın içinde” sözünü talibe sorarken şunu ifade etmektedir: Elbette ki arı balın içinde, daha doğru tabirle kovanın içinde olmalıdır ancak ne için o kovanda olduğunu bilmesi gerekir. Yani âşık, arı imgesi üzerinden talibi sorgulamaya yöneltmektedir. “Türlü haller vardır halin içinde” ifadesi de dedeler tarafından şu şekilde kullanılır: “Hâlin içinde hâl vardır, yolun içinde yol vardır.” Bu da talibe bir önbilgi sunar ve der ki: “O yedi elekten geçerken her elekte hâlin içinde hâli, yolun içinde yolu göreceksin.”


İKİNCİSİ TARİKAT KAPISI KİLİDİ REHBERİNDEN ALACAĞI RIZALIK:

“Rehber eleği, üstaz işidir, 

Müsahip eleği onun eşidir.

Menzil menzil göçmek kuşlar işidir,

Elendin mi talip eleneceksin.”

Yol içerisinde bir talip sırasıyla Tarikat Kapısı kilidi Rehber’den, Marifet Kapısı kilidi Pir’den ve Hakikat Kapısı kilidi Mürşit’ten (Pir’i Piran’dan) ders alır. Bu eğitim sürecini somutlamak gerekirse: Rehber-ilköğretim, pir-ortaöğretim ve mürşit-yükseköğretim düzeyinde eğitim verir. Bu bağlamda yola girmek isteyen talip, bağlı bulunduğu ocağın Rehber’ine varıp yola girmek istediğini söyler. Bunun üzerine Rehber (ana/dede) talibi uzunca bir süre eğitimden geçirir ve bir sınava tabii tutar. Eğer talip bu sınavdan geçer ise Rehber “rızalık” verir. Şeriat Kapısı makamlarını tamamlayan talip, yolda doğumu sembolize eden Tarikat Kapısına girmek için ailesinden ve bulunduğu toplumdan rızalık almalıdır.


ÜÇÜNCÜSÜ KİŞİNİN AİLESİ VE TOPLUMDAN ALACAĞI RIZALIK


Toplumun en küçük yapı taşı olan aile, Alevi inancında büyük öneme sahiptir. Çünkü her aile, yerel tabirle her “ocak”, Rıza Şehri’nin birer minyatürüdür. Kişi daha sonra hane belirlediği kişiden de rızalık almak zorundadır ancak geçmişte evlenmeyi reddeden mücerretler olduğu gibi günümüzde de bu durum olabilir. Evlenmemek, kişinin ikrar vermesine, rızalık almasına engel teşkil etmez. Bu canlar için ocaktan ocağa farklı erkânlar uygulanabilir. Ailede alınacak rızalık, Rehber’in huzurunda alınır.

Bir diğeri de kişinin içinde bulunduğu toplumdan, toplumun da bu kişiden rızasıdır. Bunun kuralları bellidir. Yolumuzda kişinin “eline, diline, beline sahip olması”, ‘’cümle varlığa bir gözle bakması’’ gerekir. Bu ilkeler kişiyi kötülükten uzak tutar. Bir kişi bunlara uymazsa, toplum ondan, o da toplumdan razı olamaz. Yol arı ve duru olmayı esas alır.  Bu yüzdendir ki cem meydanında Pir’in ve Rehber’in gözetiminde “rızalık” verecek kişilerin de görgüden, sorgudan geçmiş olmaları gerekir. Hünkâr Pir bu durumu “Yıkayan temiz olmazsa, yıkadığı da temiz olmaz.” özdeyişiyle ifade etmiştir.


DÖRDÜNCÜSÜ MARİFET KAPISI KİLİDİ PİR’İN RIZASI:


Ârif isen bir gün seni seslerler,

Bülbül deyü gülistanda beslerler

Bir gün seni rehberinden isterler,

Kimin izni ile girdin yola sen.


Özün eğri ise yola zararsın,

Derdini yetişmiş dermân ararsın,

Maslâhatın nedir şârı sorarsın

Sarraf olmayınca girme şâra sen


Kapudan çıkınca köşe gözetme

İçin karartıp da dışın düzetme

Şah hatâyî ötesini uzatma

Mü’min isen bir ikrârda dura sen


Tarikat Kapısı makamlarını tamamlayan talip Marifet Kapısına girmek için Rehber’i ile birlikte Pir’e gider ve aralarında şu konuşma geçer: 



TALİP:

-YOLA GİRMEK İÇİN YOKTUR DERMANIIM,

NAÇARIM, PİRİMDEN DERMAN İSTERİM,

RIZASIZ OLUR MU AHD-I İMANIM

DÂRINA DURMUŞUM DESTUR İSTERİM.


DEDE:

-TALİBİM SEN NAÇAR MISIN?

AKI KARADAN SEÇER MİSİN?

BİR ENGÜRÜN TANESİNİ,

KIRKLAR İLE İÇER MİSİN?


-Ey talip, bu yol bir üzüm tanesini kırka pay edenlerin yoludur. Bu yol ateşten gömlektir, giyemezsin. Demirden leblebidir, yiyemezsin. Bu yola girmek var, dönmek yok. Gelme, gelme; dönme, dönme. Gelenin malı, dönenin canı. En iyisi sen git biraz daha düşün.


Talip daha sonra rehberi ile iki kez daha gelir. Sonuncu gelişinde Pir, köye peyik salar. Müsahipli, ikrarlı canların katıldığı bir ikrar cemi düzenlenir. Cemde Pir tekrardan telkinde bulunur. Canı meydanda bulunan canlara ve rehberine sorar. Rızalık verilirse, dede, talibin yola ikrar vermesine izin verir. İkrar erkânı tamamlandıktan sonra Pir, talibe rızalık vermesi için kendine bir müsahip bulması gerektiğini söyler.


BEŞİNCİSİ KİŞİNİN MÜSAHİBİNDEN ALACAĞI RIZALIK:


Hakk’tan varolanlar Hakk’tan geçer mi?

Özü çürük olan eler, seçer mi ?

Müsahipsiz lokma hayra geçer mi?

Elendin mi talip, eleneceksin.


Talip, Tarikat Kapısının makamlarını tamam ederken yolun gereklerinden biri olan müsahibini, yani yol kardeşini bulması gerekir. Yol içerisinde bu “dört canı birlemek” olarak da ifade edilir.  


Müsahiplik erkanı geçmişte sadece iki çift arasında yapılırdı ancak günümüzde modern Aleviliğin inşa sürecinde evlenmeyi reddeden kişiler arasında da yapılabilir. Yalnız bu erkânın yapılması için her iki canın da evlenmeyeceklerine dair ikrar vermesi gerekir. Çünkü ileride hane, gönül birleyecekleri kişiler müsahiplik ikrarına rızalık vermeyebilirler. İnançta da geçici ikrar veya ikrar tazeleme gibi bir durum olmadığı için bu ikrar şarttır. Ezcümle evlenmeyi reddeden iki kişi de müsahip-yol kardeşi olabilir.


Müsahibini bulan can, müsahibinin de rızasını aldıktan ve tarikat kapısının makamlarını tamamladıktan sonra, Marifet Kapısı kilidi Pir’den rızalığı alır. Ve artık talip Marifet Kapısı ehlidir.

ALTINCISI SIRR-I HAKİKAT KAPISI KİLİDİ MÜRŞİT’İN RIZASI:

Dört kapıda kırk makamda

Himmeti Pir'inden alanlar gelsin,

Dilinde tekbir elinde teber,

Özünde düşman çalanlar gelsin.

Evel rehberden haber almalı,

Hakk diyip de Pir'e secde kılmalı,

Mürşit meydanına salla gelmeli,

Ölmeden evel ölenler gelsin.

Rehber Tarikat'ta abdest aldırsın,

Pir Marifet'te yükün doldursun,

Mürşit meydanında yunusun paklansın,

Cenazesin kendi yuyanlar gelsin.

Dört kapı buyruğu beyan burada,

Mümin Müslüm cemde sırada,

Müsahip ikilik atsın arada,

Birlik makamında duranlar gelsin.

Noksani söyler hali irfana,

Mümin, Müslüm muhip bir cana,

Ali ile gevher saçtık meydana,

Kıymetin bilip de alanlar gelsin


Noksani Baba’nın nefesinde söylediği gibi Marifet Kapısında Pir tarafından talibin yükü doldurulur. Öncesinde öğrendiği bilgilerin daha deruni, hakikatçi boyutunu öğrenir. Marifet Kapısının makamlarını tamamlayan, irfan mekteplerinde ve hakikatçi muhabbetlerde gıdasını alan talip, eğer marifette olgunluğa erişmişse Rehber ve Pir tarafından Mürşit’e bildirilir. Mürşit, Marifet ehli canları toplar ve talibi dâra kaldırır. Hazırda bulunan canlara, canın ikrarına sahip olup olmadığını sorar. Eğer “Hakk Eyvallah” denilirse, Mürşit, canın Hakikat Kapısına geçmesi için Rızalık verir. 


Hakikat Kapısında Mürşit’ten dersini alan talip artık Hakk’ı evrende görmeye başlamıştır, bundan dolayı her işinde kurdun, kuşun, doğanın kısacası evrenin rızasını gözetir. Kendini doğanın efendisi değil, Hakk olan evrenin parçası olarak görür ve Rıza Şehri’ni de bu görüş üstüne inşa eder.


YEDİNCİ RIZALIK HAKK MEYDANI, DÂR MEYDANI RIZASIDIR:


Daha önce de söylediğimiz gibi, Anadolu Aleviliğinde rızalık kişinin kendisine olan rızalığından başlar ve kişi Hakk’a yürüdüğünde Hakk Meydanı, Dâr Meydanında sonlanır. 

Yaşamı boyunca Hakk’ı, hakikati özünde görüp o özü kendine rehber edinen talip, Hakk’a yürüdükten sonra, bedeni toprak ananın kucağında sırlanmadan önce son kez rızalık alınması gerekir. Erkânı yürüten Rehber, Pir veya Mürşit meydanda bulunan canlara şunları söyler:


“… CANIMIZ

SEVENLERİNİN, GÖNÜL DOSTLARININ ARASINDA

HUZURLARINIZDA VE DARDA,

BİLEREK VEYA BİLMEYEREK,

İÇİNİZDEN BİRİLERİNİ İNCİTMİŞ OLABİLİR.

BİRİNİZE KARŞI BİR KUSUR İŞLEMİŞ OLABİLİR, BAŞKA HAKLARINIZ OLABİLİR

VEYA HAKK’A YÜRÜYEN CANIMIZIN, BİRİNİZİN ÜZERİNDE HAKK’I OLABİLİR, MÜSAHİBİNDEN VEYA YAKINLARINDAN RIZALIK ALMALISINIZ, MEYDANA GELİP DİLE GELMELİSİNİZ. YOLUMUZ RIZALIK ÜZERİNE KURULMUŞTUR.

RIZALIĞIN OLMADIĞI HİÇBİR ŞEY KABUL DEĞİLDİR.

CANLAR, ’’… CANIMIZA RIZALIK VERİYOR MUSUNUZ?’’  DEDİĞİMDE

RAZIYSANIZ, HAKK EYVALLAH DİYELİM.


SEVGİLİ CANLAR, ERENLER.

… CANIMIZ ARANIZDA YEDİ İÇTİ, KONDU GÖÇTÜ. ONA TÜM HAKLARINI HELAL EDİP DEVRİYESİNİ TAMAMLAMASI İÇİN RIZALIK VERİYOR MUSUNUZ?


CANLAR: HAKK EYVALLAH


EHİL KİŞİ: HAKK EYVALLAH DİYEN DİLLER AĞRI, ACI, GAM, KEDER GÖRMEYE.

ŞAH-I MERDAN, BOZATLI HIZIR GÖZÜNÜZDEN YAŞ, DUVARINIZDAN TAŞ DÜŞÜRMEYE.”

Ve can, yol içinde alacağı son Rızalığı da alır.


RIZA ŞEHRİ KAVRAMI VE PRATİKLERİ:

Gel güzelim seyredelim alemi,

Şu alem içinde nice âdem var,

Güzel sever isen cümle ademi,

Ademler içinde Şah-ı Cihan var,

Var eyledik dört nesneden alemi,

Sırra Mazhar ettik ehl-i kâmil'i,

Gök kubbe içinde kurduk bu cemi,

Bu cemin içinde ulu mihman var.

Evvel zaman önce gezdim bu bahri,

Bu bahrin içinde buldum, bu şehri

Döktüm önce nefis denen bu zehri         

Ol Rıza şehrinde, halis âdem var.

İnançlar ve toplumlar incelendiğinde her inancın, her toplumun bir ütopyası olduğunu görürüz. Tümü kendi inançlarından veya ırklarından insanların huzur içinde yaşayacağı bir yaşamı hedeflemektedir. Kimi bunu dünyada kurmak ister kimisi de semavi dinlerde olduğu gibi öteki alemde kuracağına inanır. Tüm bu inançlar ve toplumlar gibi Anadolu Alevilerinin de bir ütopyası vardır ve adı da “Rıza Şehri”dir. Alevilerin yazılı kaynakları arasında olan Buyruk’ta Rıza Şehri bir hikâye ile şu şekilde anlatılır:

“Bir zamanlar bir sofu dünyayı gezmeye çıktı. Bir gün yolu bir şehre düştü. Bu şehir şimdiye dek gördüğü şehirlere benzemiyordu. İnsanların mutluluğu yüzlerine yansıyordu. Sabah saatinde herkes işine gücüne gidiyor, sessizlik içinde yaşam sürüyordu. Şehrin alışılmamış bir düzeni vardı. Sofu, şehrin bu düzenini görünce şaşakaldı. Öyle ki birisine yaklaşıp bir şey sormaya cesaret edemedi. Karnı acıkmıştı. Şehri gezerken bir fırın gördü. Ekmek almak için içeri girdi. Fırıncıya para uzatarak ekmek istedi. Ama fırıncı hayretle paraya baktı, "Bu ne bu? Biz bunu kaldırmak için yıllarca uğraştık, büyük savaşlar verdik. Anlaşılan sen Rıza Şehri’nden değilsin, dünyalı olmalısın." dedi. Sofu, "Evet bu şehirden değilim." diye cevap verdi. Fırıncı, "Halinden belli oluyor. Dur, öyleyse seni görevlilere teslim edeyim. Onlar seninle ilgilenirler. Bizim şehrimizde para pul geçmez." dedi. Fırıncı bu sofuyu görevlilere teslim etti. Görevliler, "Meclise götürelim, ulular karar versin." dedi. Bunun üzerine tümü meclisin yolunu tuttu. Yol boyu sofu düşünüyordu. İçinden "Paranın geçmediği bir şehir. Görevliler, ulular meclisi..." diyordu. Bir süre yürüdükten sonra divana vardılar ama sofu bu kez de şaşa kaldı. Çünkü divan denen bu meclis hiç de düşündüğü gibi büyük ve göz kamaştırıcı değildi, düşündüğünün tam karşıtıydı. Sessiz bir köşede küçük bir yapı idi. Yerlere basit kilimler serilmişti. Ulular bağdaş kurmuş kentin sorunlarını görüşüyorlardı. Görevliler uluları selamladıktan sonra, "Bu dünyalı şehrimize girmiş, fırıncı farkına varıp bize teslim etti. Ne yapalım?" diye sordular. Ulular, ‘’Törelerimizi biliyorsunuz. O konakta bir odaya yerleştirin, aşevine götürün, gerekeni yapın." diye buyurdular. Bunun üzerine görevliler sofu ile birlikte geri döndüler. Önce bir aşevine götürdüler, karnını doyurdular. Sonra kentin konukları için yapılmış konağa götürdüler ve onu bir odaya yerleştirdiler. "Burada para pul geçmez. Burası Rıza Şehri’dir. Rızalıkla her istediğini alır, her istediğini yaparsın." diye uyardılar.

Sofu konağa yerleşti, gezip dolaştı. Rahatı yerindeydi. İstediğini alıp her istediği yerde yiyip içiyordu. Hiç kimse "Ne arıyorsun?" diye sormuyordu. Birkaç gün sonra eşyalarını topladı. Şehirden ayrılıp yola koyulmak istedi ama görevlileri karşısında buldu. Görevliler, "Gidemezsin!" dediler. "Bu şehir Rıza Şehri’dir, adı üstünde. Sen buraya rızan ile geldin. Biz de sana yiyecek verdik, yatacak yer sağladık. Bu şehirde kaldığın sürece bizden razı kaldın mı?" Sofu, "Kuşkusuz razı kaldım, sağ olun!" diye karşılık verdi. Görevliler, "Şimdi bizim de senden razı kalmamız gerek. Bu yiyip içip yattığın günler için çalışmalısın." Sofu, "O ki töreniz böyle, çalışayım." diye kabul etti. Görevliler sofuya yapabileceği bir iş verdiler. Konakladığı odadan alıp daha büyük bir eve yerleştirdiler. Artık o da Rıza Şehri’nden bir kişi olmuştu. Yavaş yavaş dost, arkadaş edinme çabasına girişti. Ama her kiminle konuşmaya başlasa ilk sorulan "Sen dünyalı mısın?" oluyordu. Bu şehrin insanları kavga, haset, kibir gibi tüm kötülüklerden arınmışlardı. Bir zaman sonra sofu, şehri iyiden iyiye sever oldu. Bu şehirde kalmaya karar verdi. Ama hâlâ yalnızdı. Bir gün yakın bulduğu bir arkadaşına açıldı, "Sizin bu şehirde nasıl evlenilir, ne yapılır?" diye sordu. Arkadaşı, "Şehrin ortasındaki bahçe var ya, işte orada her cuma günü tanışmak, dost edinmek isteyenler toplanır, gençler gelirler. Herkes orada beğendiği anlaştığı biri ile evlenme yolunu arar, orada tanışırlar. Anlaşırlarsa evlenirler." dedi. 

Sofu, cuma günü söylenilen bahçeye gitti. Kocaman bahçe tıklım tıklım doluydu. Türlü giysiler içinde genç kızlar ve oğlanlar sohbet ediyorlardı. Birbirini beğenip anlaşanlar uzaklaşıyorlardı. Sofu olup bitenleri bir süre hayranlıkla izledi. Sonra kanının kaynadığı bir kıza yaklaştı. Ama o bacının ilk sorusu, "Sen dünyalı mısın?" oldu. Sofu aylardan beri hep bu sözü duymaktan iyiden iyiye bıkmıştı. "Evet, dünyalıyım ne olacak?" diye karşılık verdi. Bacı, "Davranışlarından hemen belli oluyor. Ama alınma, zararı yok. O ki beni kendine eş seçmek istiyorsun, bu konuda ben de sana yardımcı olurum, davranışlarını düzeltirsin." dedi. Bacı ile sofu anlaşmaya niyet ettiler. İşten artan boş zamanlarında buluşup konuşuyorlardı. Sofu bir keresinde bacı ile buluşmaya giderken yolun kıyısında kocaman bir nar bahçesi gördü. Bahçenin ne duvarı ne bekçisi ne de koruyucusu vardı. Hemen bahçeye daldı. Kimse görmeden bahçeden birkaç nar kopardı. Yakalanırım korkusu ile acele davranıp ağacın birkaç dalını kırmıştı. Ama ne kimse geldi ne de sordu. Sofu, narları toplayıp bacı ile buluşacakları yere gitti. Henüz bacı gelmemişti, narları bir tabağa koydu. Masanın üzerine yerleştirdi. Bacının gelmesini bekledi. Nitekim bir süre sonra bacı geldi. Ne var ki narları görmesine karşın hiç ilgilenmedi. Oysa sofu, bacının narları görüp ilgilenmesini, sevinmesini bekliyordu. Bacı her zamanki gibi yerine oturdu. O zaman sofu dayanamadı. Bacıya narları gösterdi. Bunun üzerine bacı, "Beni düşündüğün için sağ ol ama o bahçenin yerini, varlığını ben de biliyorum. Canım isteseydi gidip ben de alabilirdim. Şimdi benim canım istemiyor. Bu narlar burada boşuna çürüyecek. Başkalarının hakkını boşuna çürütmüş olacağız. Gelirken öğrendim. Narları koparırken bahçeye zarar vermeyebilirdin. Burada kimse senden bir şey kaçırmıyor ki... Bunca süredir Rıza Şehri’nde yaşıyorsun. Bu şehirde rızalıkla her şeyin serbest olduğunu bilmeliydin. Şimdi anlıyorum, sen bu şehre layık değilsin." Bunları söyledikten sonra bacı, sofuyu bırakıp gitti. Görevlilere söylemiş olacak ki, görevliler sofunun yaptıklarını divana bildirdiler. Divan sofunun durumunu tartıştı ve sonunda sofunun Rıza Şehri’ne uyamayacağına karar verdi. Bunun üzerine görevliler dünyalı sofuyu Rıza Şehri’nden attılar.”

Bu anlatı doğru olmak ile birlikte, Rıza Şehri’ni anlamakta çok da yeterli değildir. Genelde Rıza Şehri’nin insanların komünal bir üretim ilişkisi ile yaşadıkları bir toplum olduğu söylenir. Doğrudur ancak tek başına eksiktir. Rıza Şehri komünal, ekolojik bir toplumu hedefler. Hakeza var olanların cümlesini yekvücut gören bir inanç, insan merkezci olamaz. Bu inanç canlıyı, ‘’var olanı’’ merkezine koymuş; tüm sistemini de bu canlıların, varlıkların barışık bir düzen içerisinde yaşaması için kurmuştur. Elbette ki insan Hakikat’in bilincine erişme yetisi olduğu için inançta önemsenmiştir ancak insan, doğanın efendisi değildir. Bunu yazar Remzi Kaptan’ın yazısının derlemesiyle açıklayacak olursak şunları söyleyebiliriz:

“Alevilik inancı, kişinin kendisi ve çevresiyle, doğayla, cümle varlıkla barışıklığını esas alan bir inanç. Bu barışıklık insana, doğanın hâkimi değil, bir parçası olduğunun bilincini birlikte getiriyor."

İnsanın... özelliği, idrakindedir; bilinci ve inancından dolayıdır. Bu bilinç ve inanç, insana diğer varlıklar üzerinde tahakküm kurma hakkını vermez, aksine diğer varlıkları koruma ve kollama sorumluluğu yükler. Alevilik inancının doğaya ve hayvanlara bakışı şu şekildedir: Koruma, kollama, sahip çıkma, birlikte yaşama. Asla diğer canlılar üzerinde bir hakimiyet kurma ve onları ezme şeklinde değildir. Yol önderlerimizin ortaya koydukları ilkeler ve yine inancımızın uygulanması, barışıklık eksenlidir.”*3

Hatta Rızalık konusunda değindiğimiz gibi Tarikat Kapısının ilmini alan kişi kurdun, kuşun, bilcümle canlının rızalığını gözetmelidir. Buna yaşayan pratiklerden de örnek vermek gerekirse, örneğin: Tahtacı canların olgun bir ağacı kesmeden ağaçtan rızalık istemesi, cem hizmetinde lokma pay edilirken kurdun, kuşun hakkını gözeterek onlara da pay ayırılması vb…

Yukarıda belirttiğimiz gibi Anadolu Alevilerinin Rıza Şehri uhrevi değil dünyevidir. Tarihte de bu şehrin kurulması için çeşitli mücadeleler verilmiştir. Bu mücadelelere örnek olarak: 1416’da Şeyh Bedreddin, Pir Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa’nın beraberinde yükselen ortakçı yaşamı ve mevcut olanın birliği üzerine başlattıkları Kızılbaş/Bedreddini Hareket; Osmanlı’nın tebaa ve özellikle Kızılbaşlar üzerinde oluşturduğu baskıya karşı ortakçı fikriyata dayalı Şahkulu İsyanı; Hicri 1290 yılında doğan Malatya Tencili Pir Seyyit Hüseyin Oğlu Rehber Mahmut Baba’nın ağalar ve Hakkullahçı dedelerin kışkırtılmasıyla talipleri ile birlikte ortaklık fikri üzerinden 40 küsur talip ailesi ile kurduğu rıza toplumu pratiği gösterilebilir. 

Daha ayrıntılı bir örnek vermek gerekirse Şah Sultan’ın hayatını anlatmak isterim. 

Şah Sultan, Arguvan İsaköy'de yoksul ve çiftçi bir anne-babanın kızı olarak dünyaya geldi. Yaşıtlarına nazaran daha uyanık, anlayışlı ve duygulu biriydi. Küçük yaşlarda köydeki dedelerin "Hakkullah" adı altında yoksul taliplerini sömürmesine karşı sert tavırlarını gören babası, Şah Sultan’ı o yörenin Hakikatçi Ozanı Devrüş (Derviş) Muhammed'in yanına götürdü. Tüm bu olanlardan sonra Derviş Muhammed'in şiirleri ile büyüyen Sultan, Pir’i Derviş Muhammed'e bağlandı ve tüm benliğinden geçerek Hakk yoluna adım attı. İlk dönemlerinde halk tarafından Şah Sultan mahlasıyla ünlendi ve büyük ilgi gördü ancak bu uzun sürmedi. Ağalar ve Hakkulahçı dedelere yönelik taşlamaları, sohbetlerindeki eleştirilerinden dolayı tıpkı kendi gibi Derviş Muhammed'e bağlanan Aşık-i Ahmed ile köyde halk tarafından zulme uğradılar. 

Şah Sultan, tüm bu olanlara dayanamayarak Derviş Muhammed'in taliplerinin bulunduğu Divriği/Anzağar'a yerleşip orada ilmi eğitimini tamamladı ve Derviş Muhammed'in rızası ile taliplerinin bir kısmının bulunduğu Bozan'a yerleşti. Miladi 1847 yılında da Bozan köyünde Hakk'a yürüdü. 

Bir başka örnek olarak, 19. yy.da Araboğlu Şeyh Süleyman, Şeyh Mamo (Mamke Kose) yakın tarihte Meluli Baba gibi erenlerde ütopyalarını gerçekleştirmek için pratikler geliştirmişlerdir.  Günümüzde Alevilerin Rıza Şehri mücadelesi, aynı HAK mücadelesini veren sosyalist-komünist hareketle ve ekoloji hareketi ile kendi özünü, rengini yitirmeden birleşmelidir. İnancım odur ki er ya da geç Hakk mücadelesi kazanılacak ve komünal üretim ilişkilerine sahip bir toplum kurulacaktır. Ancak kurulan bu toplumun ne yönden Rıza Şehri’ne benzeyeceğini düşünmek gerekecektir.

RIZA ŞEHRİ VE GIDA ÜRETİMİ:

Rıza Şehri fikriyatını, komünist hareketle ekoloji hareketinin onlardan önce kavramsallaşmış bir kesişimi olarak söyleyebiliriz. Bu yüzden Rıza Şehri fikriyatı hem ortakçıklığı hem de ekolojik dengeyi ve canlılara zarar vermemeyi merkezine alır. Ancak bu noktada bir parantez açmak gerekirse, bu söylemler kesinlikle ilkel komünal topluma dönüş ve günümüz üretim teknolojisinin tamamen ilga edilmesi olarak anlaşılmamalıdır. Zaten teknolojik gelişmelerin topyekûn ilgası, başlı başına bir gericiliktir. Rıza Şehri’nin temel üretim felsefesi ihtiyacı kadar üretim ve ekolojik dengeye zarar verecek tüm şeylerin ortadan kaldırılmasıdır.

Peki bunlar nedir?

-Rıza Şehri’nde tarımsal üretimde toprak yapısına uymayan ürünleri üretmek için kullanılan ancak bizim gibi aynı besinlerle beslenen hayvanlara zarar verecek ve yok olmalarına yol açacak ve toprak yapısını değiştirecek kimyasallar ( antibiyotikler, pestisitler (tarımsal ilaç kalıntıları), toksik metaller (kurşun, arsenik, cıva, kadmiyum), katkı maddeleri, plastik maddeler, hormonlar, dioksinler, PAH bileşikleri, akrilamid, radyonükleidler ) yasaklanacaktır

-Rıza Şehri’nde gıdalar üzerinde yapılan genetik mühendisliği engellenecek ve o coğrafyaya ait gıda üretimi yapılacaktır.

-Rıza Şehri’nde hayvan sömürüsüne dayalı endüstriyel üretim yasaklanacaktır. Yerlerine yerellere ait hayvancılık kooperatifleri ile süt ve süt ürünlerinin üretimi sağlanacaktır.

-Rıza Şehri’nde bilinçsiz üretime karşı, modern bilimsel üretimin eğitimleri verilerek, halk üretime teşvik edilecektir.

-Rıza Şehri’nde gıda üretiminde üreticiler enerjisini doğal enerjiden karşılayacak ve dünyayı kapitalist sistemin sürüklediği ekolojik krizden kurtaracaktır. 

Bu yüzden ancak ve ancak tüm yönleri ile ekolojik ve ortakçı bir felsefe ile kurulmuş bir sistem bizim Rıza Şehri ütopyamıza uygun olabilir.

Sonuç olarak:

“Bu şehirde herkes hem varlıklıdır hem de varlıksız.

Yârin yanağından gayrı her şey ortaktır.

Kimsenin özel mülkü olmaz.

Alışveriş için bakkalı, satış yapacağı pazarı yoktur. Her şey Hakk meydanındaki halk pazarındadır.

Rıza Şehri bu.

Senin, benim yok.

Özel mal ya da mülkiyet yok.

Her şey herkesin.

Burası Alevi öğretisindeki RIZALIK ŞEHRİ'DİR .

Kralsız, sultansız ve üyesiz.

Şeyhsiz, müritsiz.

Her canın diğer candan razı olduğu EŞİTLER DİYARIDIR.

Rıza Şehri, cennetin bu dünyadaki adıdır. 

Bu şehirde senin, benim yok!

Para yok, emek var.

Tüketecek kadar üretmek var.

Kin yok, sevgi var.

Hırs ve bencilik yok, hiçlik var.

Şer yok, savaş yok; barış ve hayır var.

Hakk meydanından cana can, mala mal katan paylaşım var.

Bu şehirde ağaçların, çiçeklerin, kuşların, börtü böceklerin ruhu var.

Her canlının hakkı ve sözü var.

İnsan, doğa ve Hakk ile tüm canlılar Vahdet-i Vücut ile bir kılınmış.

Rıza Şehri’nde kapılar kilitsiz, zira ne hırsızı ne arsızı ne yolsuzluk yapanı var.

Zoru ve şiddeti bilmez,

bu şehir yalansız, fesatsız, kinsiz, kibirsiz.

Kıskançlık, nefret ve iftira bilmez.

Üstleri ve altları yoktur.

Herkes eşittir, birdir ve candır.

Cemalleri gülendir.

Rızalığa razı olanların şehridir.*4

Rıza Şehri uzak değildir, gerçekleşmesi imkânsız bir hayal değildir ancak ulaşılması için mücadele verilmesi gerekir. Bu mücadeleye nefsimiz ile başlamak ve kendi ocağımızda (evimizde) Rıza Şehri’ni oluşturmamız; bununla birlikte insanlığın ve doğanın, Hakk’ın ve Hakikat’in düşmanı bu sistemi ortadan kaldırmak gerekmektedir.

                                                                                                      Kızıldeli Ocağı Evladı

                                                                                                             Mustafa Sazcı




Kaynak:
*1 : Kızıldeli Ocağı Evladı Aşık Ali Dede’nin bir nefesi
*2 : Pir Efe ENGİN “Rızalık ve Rıza Şehri” derlemesi
*3
- Aşık Ali oğlu Hasan SAZCI, Muhammet Sazcı
- Kızıldeli Ocağı evladı Mustafa Kızıldeli
*4: DAB-Kollektif Rıza Şehri

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar