Hünkâr Hace Bektaş Veli’yi Anlamak
Alevilik,
müteşerri İslam’ın yani “Sünniliğin ve Şiiliğin” inanç esasları ile uyuşmayan,
farklı köken ve inanç alt yapıları olan Bâtıni ekollerin çatı kavramı olarak
kullanılmıştır. Coğrafyamız da kendi değimleriyle “Hakk Yolu ( Rea Haqq-Riya
Hakk)” olarak tanımlanan bir diğer değişle Anadolu Aleviliği inancı da bu
çatının en büyük parçasıdır. Ancak bizce Hakk yolu inancı bu ekollerin
bazılarında olduğu gibi doğrudan batınilik ile değil takiyye ile bu çatının
altına girmiştir.
Kimi çalışmalarda Anadolu Aleviliği;
İslam’ın tasavvufi bir yorumu, kiminde bir “Halk İslam’ı”, kiminde de kökü
Anadolu’nun kadim kültürlerine, medeniyetlerine dayanan bir inanç olduğu öne
sürülmüştür. Bunların dışında milliyetçi/ideolojik kaygılarla Şamanizm’e ve
Zerdüştlüğe dayandıranlar da olmuştur. Ben ise Anadolu Aleviliğini “kökçü” bir
yaklaşımla birşeyin içi veya dışı olarak tanımlamak yerine; Hak Yolu inancı
nasıl bir inançtır, öğretisi nedir, bugün insanlık için ne anlam ifade ediyor
sorularına yanıt üretmek gerektiğini ve neyin içi veya dışı olduğuna da, ondan
sonra karar vermenin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Anadolu Aleviliği bilindiği üzere
sözlü gelenek ile günümüze ulaştırılmış bir inançtır. Bunun birçok nedeni
vardır ancak bence en önemlileri yazılı metinlerin geçmişteki egemen güçler tarafından
yok edilmesi bir diğeri de yazılı belge taşımanın ve bulundurmanın can
güvenliği açısından olumsuz sonuçlar yaratmasıdır. Bu nedenle Anadolu Aleviliği
yolunu anlamanın en sağlam yolu tarihsel koşulları dikkate alarak nefesler,
kelamlar ve anlatılar üzerinden okumalar yapmaktır.
Alevi yol-erkânın 13. yüzyılda
yaşadığı rivayet edilen öncülerinden Hünkar Hace Bektaş Veli’nin hayatı içinde
bu geçerli bir durumdur. Bu yüzden bugün insanlığın özelinde Alevilerin
mücadelesi, Hace Bektaş Veli’nin doğduğu ve Hakk’a yürüdüğü yılı, Horasan’dan
ne zaman geldiğini öğrenmek değil; onun engin ve çağdaş felsefesini anlamak,
anlatmak, yaşamak ve yaşatmak olmalı. Bu yüzden bu yazı da Hünkar Pir’in
biyografisine değil, felsefesine ve o felsefenin bugün ne anlam ifade ettiğine
değineceğim.
DİRENİŞÇİ PİR: HÜNKAR HACE BEKTAŞ
VELİ:
Anadolu
Aleviliği inancı, tarihin her döneminde kendi öncülerini yaratmıştır. Bu önderler Karl Marks’ın
“"Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa
sorun onu değiştirmektir." sözünde vurguladığı gibi sadece “miskin” bir
derviş modunda inzivaya çekilip felsefe ile uğraşmamışlar; bulunduğu coğrafyayı
değiştirecek, dönüştürecek mücadele pratiği de göstermişlerdir.
Bu
öncülerden birisi de yol dili ile Serçeşme’nin başı Pir Hünkar Hace Bektaş
Veli’dir. Kardeşi Menteş ile katıldığı doğrudan eşitlikçi, özgürlükçü Rıza
Şehri fikriyatını iktidara taşımak için yapılan Baba İlyas diğer adıyla Baba
Resul öncülüğündeki, Gıyaseddin Keyhüsrev’in tahtını sarsan Babai
ayaklanmasında mücadele etmiştir . Bu ayaklanmada kardeşi Menteş Baba Sivas’ta şehit
düşerken, başarılı olan mücadele ağır silahlı Frank şövalyelerinin katılması
ile yenilgiye doğru gitmiştir. Bu gerilemenin farkına varan Baba Resul tarafından
Karacahöyük’te bir dergah kurması ve bozgundan sonra geride kalan kitleleri
toplaması, inanç faaliyetlerine devam etmesi için gönderilen Hünkar Pir, Karacahöyük’te dergahını kurduktan sonra Kadıncık
Ana’nın öncülüğünde geride kalan; gözü kara devrimci kitleleri, Horasan
Erenlerini, Rum Abdallarını toplar ve ilmi eğitimlerine başlar.
Dergahta
yetiştirdiği 360 küsür halifesini Anadolu’nun dört bir yanına, Balkanlar’a
kadar gönderen Pir, bu sayede coğrafyada merkezi otoriteyi sağlamış, Moğol
istilacılar ve himayesindeki Selçuklu Devleti’ne karşı çeşitli eylemler
gerçekleştirmiştir. Yani Hünkar Hace Bektaş Veli, resmi tarihin yazdığı tıpkı
Mevlana Celaleddin gibi egemenler ile iyi ilişkileri olan, korktuğu için
isyandan kaçan biri değildir. Ki öyle biri olsaydı, yenilgiden geriye kalan
onca topluluk onun çevresine toplanıp, serçeşme kabul ederler miydi?
Tabii
ki de hayır.
Hünkar
Pir’in mücadele boyutunu anlattıktan sonra felsefesine değinmek yararlı
olacaktır.
SIRR-I
HAKİKAT’İN BENDESİ: PİR HÜNKAR HACE BEKTAŞ VELİ:
Alevi
Felsefesi yol erenlerinin “Yol bir arıdır, en güzel çiçeklerden özünü almış ve
kendi içinde yoğurup bal eylemiştir.” sözünde vurguladığı gibi insanlık var oldu
olalı tüm canlılar adına iyi ve güzel olan herşeyi kendi rengini çalarak
bünyesine kazandırmıştır. Yani bu tarihsel bakiyenin üzerine inşa edilen
Anadolu Aleviği; aşık-ı sadıklar, Rehberler, Pirler, Mürşitler tarafından günümüze
kadar aktarılmıştır. Şüphesiz ki yolun bugüne kadar ulaşmasında çok büyük
hizmetleri olan erenlerden biri de Hünkar Hace Bektaş Veli’dir.
Bunları
söylerken Hakk yolu inancının İslam ve tüm semavi dinler öncesindeki köklerinin
görünmemesi için çabalayan asimilatörlerin asılsız anlatılarına mahal vermemek
için şunu vurgulamak gerekir: Anadolu Aleviliği felsefesini Pir Hünkar
oluşturmamıştır; o sadece aktarıcısı ve en önemlisi de 4 kapı 40 makam gibi
kavramlarla sistematize eden kişidir. Yani Hünkar Pir’in felsefesini anlamak
için de tıpkı yolu anlamakta olduğu gibi nefesler, kelamlar ve anlatılar
üzerinden gitmek gerekir.
Çağlar
aşıp bugüne kadar çağdaş insanlığa umut ve ışık olan bu felsefe nedir peki?
Bunu Hünkar’ın sözleri üzerinden işleyelim, böylece Alevi felsefesinin de genel
hatlarını öğrenmiş oluruz.
ÖZÜ
HAKK’TAN OLANIN, NAZAR KILDIĞI HERYER HAKK TECELLİGÂHIDIR.
Anadolu
Alevîliği ve özelinde Hünkâr Pir’in felsefesi üç temel kavramın birliğine
dayanır, bu kavramlar: Hakk, Âlem ve Âdem’dir.
Pir Hünkar’ın temsilcisi olduğu
felsefeye göre Hakk (yaratıcı güç); mevcudatın hepsini kendi varından var eden
enerjidir yol diliyle ışıktır, nurdur. Bunu daha net bir şekilde anlamak için Alevi
felsefesindeki varoluş kavramını anlamak gerekir.
Bilime
göre evrenin varoluşu ; güneşin patlama ile saçılması sonucu meydana gelmiştir,
canlıların oluşması ise patlama sonrası oluşan gaz ve bulut tabakasının ağır
bir top haline gelip kendinden küçük meteor ve ağır metalleri de çekerek yavaş
yavaş büyüyüp yaşam için gerekli şart ve koşulları oluşturmasıyla başlamıştır.
Diğer semavi dinlerin ve inançların aksine Anadolu Aleviliği de bu durumu
bilimin tanımına paralel bir şekilde kavramsallaştırmıştır. Bu inanışa göre
evren ve insan varolmadan önce “hatta semavi dinlerin tanrısı” yaratılmadan
önce, gökte bir kandil vardı, bu kandil daha sonradan balkıyıp saçıldı ve
nurundan milyonlarca kandil meydana geldi. Bu durumu Şah Hatayi bir nefesinde
şöyle anlatır: Bir kandilden bir kandile atıldım./Turab olup yeryüzüne saçıldım./
Bir zaman Hak idim, Hak ile kaldım./ Gönlüme od düştü yandım da geldim. Alevi
felsefesinde ki varoluşu farklı çağlarda yaşamış olan aşık-ı sadıklardan da
örneklendirelim. Ene’l Hakk şehidi Nesimi :
“Eğer
sual eder isen sırrımdan./ Cümlemizi var eyledi varından./ Hak yarattı kainatı nurundan./
Kandilde balkıyan nurdan gelirim.
Seyit
Feyzullah:
Yer
yok iken gök yok iken dolaştım
Muallakda beyaz kufar’a düştüm
Kırkların ceminde engürü içtim
Ol yeşil kubbeye konduğum zaman
Devrani
Baba ise:
Sorma
ne hacet bizleri sofu
Ta ezel künyede ismimiz vardır
Dünya kurulmadan yüzbin yıl evvel
Ol yeşil kandilde cismimiz vardır
Aşık
Senem Ana :
Aramaynan
hak bulunmaz
Bakmaynan göze görünmez
Çıkıp meydanda salınmaz
Aslın nurdadır sevdiğim
Sıdkı
Baba ise:
Kudret
kandilinde bir ışık (ziya) iken
Ta ol zaman aşık oldum nura ben
Ziyasından (ışığından) halk eyledi toprağı
Vücut buldu bu eşyanın menbaı
Yine
Devrani Baba :
Kandilin
içinde nur olan biziz
Mekân ötesinde sır olan biziz diyerek akıl süzgecinden geçirip, gönül
tandırında pişirip aktarmışlardır bu felsefeyi.
Patlamadan
sonra doğanın ve insanın varoluşunu ise Daimi Baba şöyle özetliyor:
“Bir
Gerçeğe Bel Bağladım Erenler
Aldı
Benliğimi Bitirdi Beni
Damla
İdim Bir Irmağa Karıştım
Denizden
Denize Götürdü Beni
Nice
Kabdan Kaba Boşaldım Doldum
Karıştım
Denize Deniz Ben Oldum
Damlanın
İçinde Evreni Buldum
Yine
Benden Bana Getirdi Beni
Buhar
Oldum Yağdım Yağmurlarınan
Karıştım
Toprağa Çamurlarınan
Piştim
Fırınlarda Hamurlarınan
Üstadım
Sofraya Yatırdı Beni
Çiğnediler
Dişler İle Ezildim
Vücut
Eleğinden Geçtim Süzüldüm
Çaldı
Kalem Bir Deftere Yazıldım
İrfan
Mektebine Yetirdi Beni
Daimi’yim
Ermişlerin Ereği
Böyle
İdi Tabiatın Gereği
Ölmez
Bir Ananın Oldum Bebeği
Aldı
Dizlerine Oturdu Beni”
Yani
buradan anlayacağımız üzere Alevi felsefesinde Hakk ışıktır, nurdur, alemi var
enerjidir. Doğa da o nurdan varolduğu için Hakk’ın bir parçasıdır. Kadim Alevi
felsefesi de semavi dinlerin tüm baskısına rağmen bu felsefeyi takiyye yapılarak
sürdürülen ritüellerle günümüze kadar getirmiştir. Ağaç ziyaretleri; dağ, tepe
ziyaretleri; su gözesi ziyaretleri bunlara çok iyi bir örnektir.
Alevî
bilgeliği o kadar büyüktür ki “Sıdk ilen bağlanda kara daşa bağlan.” sözünde
vurgulandığı gibi aşk ile bakılan heryerde Hakk’ın görüleceği, evrendeki
herşeyin Hakk’ın kendisi olduğunu söylemiştir. Görünen (madde), görünmeyen
(enerji) herşeyin toplamı Hakk’tır.
Hakk’ın
parçası olan doğadan kısaca bahsettik. Peki adem’in yolda ki ehemmiyeti nedir?
Ekolojik
Sosyalist Filozof Reclus insanı “İnsan, doğanın kendi bilincine varmasıdır.”
diye tanımlarken aynı doğrultuda Alevi felsefesi de insanı, özündeki Hakk’a
ulaşma bilincine sahip olduğu için kutsamıştır. Pir’imiz Hünkar Hace Bektaş
Veli’de Hakk’ı arayış içerisinde olan insanlara “Hararet nardadır, sacda
değil,/ Keramet baştadır, tacda değil./ Hakk’ı arar isen kendinde ara,/
Kudüs’te, Mekke’de, Hacda değil.” diyerek yol göstermiştir.
İnsan
“Ene’l Hakk” bilince eriştiği için Alevi felsefesinde kutsiyet kazanmıştır
ancak kutsal olan “Adem” olan insandır. Hünkarın sözünde vurguladığı gibi “Adem
suretindeki herkes Adem değildir.”, aynı konu üzerinde Kaygusuz Abdal’ın da bir
nefesi vardır “ Bu adem dedikleri/ El ayakla baş değil/ Adem manaya derler/
Suret ile kaş değil.”
Peki
yolun adem tanımı nedir?
İnsan,
masum olarak doğar, yol diliyle söylemek gerekirse doğduğunda masum-u paktır.
Çünkü henüz sistemin dayattıkları ile kirlenmemiş, nefsini, özündeki Hakk’a
tercih etmemiştir. Buluğ çağına geldikten sonra kişi artık işlediği iyi-kötü
tüm işlerden sorumludur. Burada bir tercih yapmak zorundadır ya nefsini hoş
tutmak için amel işleyecek, ya da insanlığın yararına…
Tam
da işte burada ayrım başlıyor, nefsine biat eden mahlukat sınıfında yer alıyor,
insanlık için çalışan iyinin, doğrunun, güzelin yanında olan ve olmaya çalışan
ise adem olarak niteleniyor. 4 kapı ve kırk makamı geçmesi ile adem’e artık
İnsan-ı Kamil deniliyor. İnsan-ı Kamili ise Hünkar “Bütün varlık suretlerinin
kalbi, gerçek insan-ı kâmil’dir.” diyerek açıklıyor.
Kısaca
mahluk; nefsine biat eden, insanlar arasında ayrım gözeten kişiye; adem,
nefsine değil özündeki hakka ulaşmaya çalışan ve bu doğrultuda iyi, doğru
ameller işleyen kişiye; Adem’in varacağı son mertebe olan İnsan-ı kamil ise,
Hakikat’e erdikten sonra özündeki hakka ulaşan, evrendeki gördüğü herşeyi Hakk
gören kişidir.
Bu
konuya dair son olarak Hünkar evlatlarından Kalender Çelebi’nin müsahibi Pir
Ali Aksarayi’nin oğlu İsmail Maşuki’nin “"İnsan kadimdir; yaratılmamıştır,
yaratandır. Her biçimde gözüken o'dur (Hakk'tır). Öyleyse görünen tanrıya
tapalım." Söylemek Hünkar Hace Bektaş Veli felsefesinin ademe bakışını
özetlemektedir.
Bunu
kavradıktan sonra Hünkar’ın iki sözüne anlam verebiliriz. “Adem suretindeki
herkes adem değildir” derken tam da biraz önce yazdıklarımı/söylediklerimi
kastetmiştir. İnsan çatısı altında bulunan o üç farklı karakterin fiziken aynı
ama mana boyutunda farklı olduğunu dillendirmiştir.
Bu
ayrımın farkına vardığımıza göre şunu söyleyebiliriz Hakk yolu felsefesinde
kutsanan, incitilmemesi gerektiği söylenen, saygı duyulması, bir nazardan
bakılması istenen Hitler gibi, Dersim katliamcıları gibi, Işid’li teröristler
gibi mahlukatlar değil; insanlığa katkıda bulunmuş Ghandi, Che, Einstein,
Türkan Saylan, Aziz Sancar gibi ademler; Hallac-ı Mansur, Nesimi, Hace Bektaş
Veli, Kadıncık Ana, Sultan Sahak, Abdal Musa, Kızıldeli, Şeyh Bedreddin, Şeyh
Araboli, Mahmut Baba, Sıdkı Baba, Meluli, İbreti gibi İnsan-ı kâmillerdir.
Vahdet-i
Vücut felsefesi ile Hakk’ı, doğayı ve insanı bir olarak gören Hace Bektaş Veli
ve Hakk Yolu Felsefesi insanlar arasında ayrım gözetmez ve onları; rengine,
cinsine, cinsel yönelimine, diline, etnik kimliğine göre ayırmaz çünkü yol
bunun üzerine inşa edilmiştir. Hünkar Hace Bektaş Veli’de “Cümle insanlığa bir
nazardan bakınız.” diyerek ırkçılığa yani faşizme, “Kadın-erkek sorulmaz
muhabbetin dilinde,/ Hakk’ın var ettiği herşey yerli yerinde./ Bizim
nazarımızda kadın-erkek farkı yoktur./ Eksiklik noksanlık senin kendi
özünde” diyerek toplumsal cinsiyet
eşitsizliğine karşı yolun tavrını vurgulamıştır. “Eşikten içeri giren dişi
değil, kişidir, candır.” sözü ile de bir çözüm önerisi getirmiştir. Bu öneri
tüm cinsel kimlikleri, cinsel yönelimleri, etnik kimlikleri, kültürleri ve tüm
cinsleri kapsayan bir kavram olan “can” kavramıdır. Yani Hünkar’ın felsefesine
göre erkekte, kadında; ademde, diğer canlılarda birdir. Ve hiçbirinin birbiri
üzerinde üstünlüğü yoktur.
Hünkar Pir hakkında elimizde resmi
tarihçilerin uydurmaları , onun adına bir sünni alim tarafından Osmanlı
şehzadesi için yazılmış bir kitap
(Velayetname) ve halk tarafında anlatılagelen hikayeler dışında sahih bir
kaynak yoktur veya çok azdır. Ancak tarihsel süreçleri dikkate alarak, nesnel
tarihçilik yapan kişilerin çalışmalarından yararlanarak Hünkar Hace Bektaş Veli
hakkında genel bilgilere ulaşabiliriz.
Hace
Bektaş’ı anlamak için elimizde bulunan kaynaklardan halk efsaneleri aslında
ciddi bir şekilde incelendiğinde bize tarihsel verileri vermekle beraber Hünkar
Pir’in felsefesini anlamamızda da yarar sağlıyor. Bu durumu iki anlatı ile
örneklendireyim:
Bir
anlatıya göre Pir Hace Bektaş; Horasan’dan Anadolu’ya güvercin donuna girerek
gelir. Durumun farkına varan Rum erenlerinden Karacaahmet “Şahin”, Hace Doğrul
ise “Doğan” donuna girip onun Anadolu’ya gelmesini engellemek için ona
saldırırlarken Hünkar insan donuna bürünür ve doğan ile şahini tutar. Bunun
üzerine Hace Doğrul ve Karacaahmet, Hünkar’dan aman dilerler ve içlerine kabul
ederler.
Burada
mistikleştirilerek anlatılan bu olayın iç yüzü aslında şudur: Hünkar Pir
Anadolu’ya ilk geldiğinde yalnız ve tektir. Güvercin ile simgeleştirilmesinin
sebebi zararsız ve barışın elçisi olmasıdır. Karacaahmet ile Hace Doğrul’un
şahin ve doğan donuna bürünerek Hünkar’ı uzaklaştırmak isteme sebepleri ise
bize şunu gösteriyor: Rum Abdalları, Horasan Erenlerini içlerine doğrudan kabul
etmemişlerdir ancak daha sonra Horasan Erenleri ile aynı yolun sürekleri
olduklarını ve Hünkar’ın yol içindeki mertebesinin kendilerinden yüksek
olduğunu görmeleri ile sonuçlanmıştır. Ve nihayet Hünkar’ı Mürşit addetmişlerdir.
Bir
diğer anlatıda Hünkar ile Bava Kureyş arasında geçen şu olaydır:
"Seyyid
Mahmut Hayrani bir arslanın sırtına binmiş eline de yılandan
bir
kamçı almış Sulucakarahöyük `e, Hünkâr Hacı Bektaş `ın yanına
varmış...
Hacı
Bektaş Veli bakmış ki karşısında, altında Arslan, elinde ejderha,
Seyit
Mahmut Hayrani geliyor.
O da
duvara binmiş ve yürü demiş duvara. Duvar yürümeye başlamış.
Marifet,
cansızı yürütmektir, canlıyı değil` deyince, Seyit Mahmut
Hayrani,
Hünkârı takdir ederek özür dilemiş."
Burada
ki anlam da şudur, yol içinde ocaklar müsahip-rehber-pir-mürşit ocakları olarak
birbirine bağlıdır. Babai ayaklanmasından sonra ise bütün ocaklar “Serçeşme”
olarak bilinen Hace Bektaş Dergahına bağlanmıştır. Kimi Hace Bektaş’ın Hakk’a
yürümesinden sonra Çelebilere bağlılığını sürdürmüş (bunları tarıklı ocaklar
diyoruz.), kimi de eskide ki ocak sistemine dönmüşlerdir (bunlara da pençeli
ocaklar diyoruz.) Kısacası burada anlatılan , Baba Kureyş’in o dönemde Hace
Bektaş’a bağlı olduğudur.
Bu
örneklerden de anlayacağımız, bu gibi efsaneleri zahiri, yüzeysel boyutta değil
de mana boyutunda anlamak gerekir. Yoksa “Bilimden gidilmeyen yolun sonu
karanlıktır.” diyen Hünkar’ın felsefesini akıl dışı masallarla kendi
ellerimizle yok etmiş oluruz.
HACE
BEKTAŞ VELİ’Yİ ANMAK MI, ANLAMAK VE ANLATMAK MI?
Unesco
2021 yılını Hace Bektaş Veli'nin Vefatının 750. Yıl Dönümü, Yunus
Emre'nin Vefatının 700. Yıl Dönümü ve Ahi Evran'ın Doğumunun
850. Yıl Dönümü olarak ilan etmesinin üzerine gerek devlette gerek Alevi
Kurumlarında büyük bir ilgi karşılandı. Bu durum doğaldır bir Alevi Pir’inin
isminin bir yıla verilmesi Alevi kamuoyu açısında çok iyi bir gelişme eğer
kurumlar tarafından iyi değerlendirilirse de bizlere dönüşü çok iyi olacaktır.
Ancak bugüne kadar yapılanlara bakıldığında birkaç kurumun yaptıkları dışında
yapılanlar içler acısı. Birçok etkinlik ve girişim ile dopdolu geçirilecek bir
yılın yarısı bomboş geçirildi. Koskoca vakıflar, dernekler bir grup kişi ile
dergahta bir duaz-ı imam ve eşliğinde çerağ uyarılmasını yeterli buldu. Pir
Hünkar’ı, Yunus Emre’yi ve Ahi Evran’ı anlatmak ise devlete kaldı. Devlet’in bu
kadar ilgi duymasının sebebi de tam da budur. Devlet bu boşluğu kendi
değimleriye “Bizim Yunus” “Bizim Hacı
Bektaş”, “Bizim Ahi Evran” ile dolduracak. Geçmişte Yunus’a yaptıkları gibi
Anadolu’nun Kadim Hakk Yolu inancının temsilcisi Hünkar Pir’i de; 5 vakit
namazında-niyazında, hacca gitmiş, Ahmet Yesevi’nin halifesi ve görevi İslam’ı
Anadolu’ya yaymak olan bir cihatçı yapacaklar. Ve Anadolu Alevi Hareketi bu
duruma yine aynı şekilde tepkisiz kalacak.
Bu
konuyu burada bırakalım ve asıl konuya dönelim. Bu anlattıklarım üzerine bence
hepimiz şunu düşünmüşüzdür: Bugün bu haldeysek yoldan ve erkandan
uzaklaştığımız içindir. Çünkü yolumuz günümüzde yaşadığımız birçok soruna çözüm
getirmiş bir yoldur. Hünkar Hace Bektaş Veli gibi değerlerimizin aktardığı felsefemiz
hâlâ güncelliğini korumaktadır. Bu konuyu biraz daha açalım.
Bizim
Pir’lerimiz yolumuz bugün yaşadığımız ekonomik, ekolojik, toplumsal ve siyasal
krize; Marks’ın Komünist ütopyasından, Murray Bookchin’nden önce Ekolojik
Toplum ütopyasınından binlerce yıl önce “Rıza Şehri” gibi bir ütopya ile çözüm
sunmuşlardır.
Toplumsal
Cinsiyet Eşitsizliği’ne, Irkçılığa, Ekolojik yıkıma karşı; evreni tek vücut
gören felsefesi ile insanlar arasında yapılan ayrıma karşı çıkmış, insanı
doğanın efendisi değil, parçası konumuna getirmiştir.
Peki
sorun ne?
Sorun
şudur ki biz sadece bu değerleri; Hallac-ı Mansur’ları, Seyyit Nesimi’leri,
Hünkar Hace Bektaş Veli’leri, Kadıncık Ana’ları, Kızıldeli Sultan’ları, Şeyh
Bedreddin’leri, Pir Sultan’ları, Elif Ana’ları sadece anıyoruz, anlamak ve
anlatmak için çaba göstermiyoruz.
Son
olarak bizler için bu yıl; Hace Bektaş Veli’yi, Yunus Emre’yi anma yılı değil
anlama ve anlatma yılı olmalı. Sadece anmak isimlerin unutulmamasını sağlar
ancak o felsefeyi anlamak, o Pir’lerin geçmişte verdiği o Hak ve Hakikat
mücadelesini anlamamızı ve o doğrultuda mücadele etmemizi sağlar. Ancak ve
ancak “kısır tartışmaları” bir kenara bırakıp Hünkar Pir’in değimi ile “Bir
olup, İri olup, Diri olursak” bu şekilde Hünkar Hace Bektaş Veli’yi ve
felsefesi olan Kadim Anadolu Aleviliğini yaşarız ve yaşatırız.
Mustafa
Sazcı
Yorumlar
Yorum Gönder