İsmi Seyyid Ali bir
ismi Bektaş
Cemale işledi o nurun
Nakkaş
Muhibbi kaynatsa
kazanda bir aş
Gülbangı var dilde
Seyyid Ali’nin
“Nam-ı diğer
Şahım Kızıldeli’nin.”
Fukara
(Umut Gürses)
Vakit saatlerimiz
hayrola, hayırlar feth ola, hayırlı kapılar açıla; şerler def ola, münkirler
mat münafıklar berbat ola. Hakk saklaya, Hızır bekleye. Yolumuzu yolsuza,
arsıza, uğursuza, pirsize, nursuza uğratmaya; neyleyim, ne edeyim dedirtmeye.
Her vakit rehber, pir, mürşit elini üzerimizden eksik eylemeye. Cümle
talibimizi, muhibbimizi namerde değil merde dahi muhtaç eylemeye. Üçlerin,
beşlerin, yedilerin, oniki sadr-ı velayetin, ondört masum-u pakların, onyedi
kemerbestlerin, kırkların, seksen bin rum erenleri, doksan bin Horasan Pirleri,
yüz bin gayb erenlerin, yüzyirmi dört bin nebinin velinin, aşığın, sadığın,
bağrı yanığın, sersemin, budalanın; Seyyit Battal Gazi’nin, Baba İlyas’ın, Baba
İshak’ın, Dedegarkın’ın, Hacı Bektaş’ın, Ağuçan’ın, Kureyşan’ın, Baba
Mansur’un, Sarı Saltık Kızıldeli’nin, Üryan Hızır’ın ve bilcümle rehber, pir,
mürşit ocaklarımızın hüsnü himmet, keşfi kerametleri üzerimizde sayiban ola. Hakk
erenler; hastalarımıza şifa, borçlularımıza eda, evlat isteyenlere hayırlı
evlat, cümlemize de hayırlı bir devlet ihsan ederek; deryada-denizde, top-
tüfek ağzında, sahrada-çölde-girdapta, darda-zorda kalıp da “Ya Ali, cârımıza
yetiş!” diyenlerin cârına yetişe.
Dil bizden nutuk
Hünkâr-ı evliyadan,
Nefes bizden, nüfus
ceddi cemalimiz Mahmut Baba’dan, Tenci Baba’dan, Şahım Kızıldeli’den ola.
Kızıldeli Seyyit Ali
Sultan Ocağı; Anadolu’da bulunan ocaklar içerisinde geniş bir talip kitlesine
sahip bir Pir ocağıdır. Evladları ve talipleri tarafından “Yel Ocağı” yani şifa
veren ocak olarak tanımlanmaktadır. Talipleri Türkiye’de Malatya, Antep, Hatay,
Osmaniye, Antalya, İzmir, İstanbul, Sivas, Çorum, Amasya, Konya’da; İran
Tahran, Şiraz, Kirmanşah, isfahan, Desbul ve Ahvaz’da; Irak Bekova; Suriye’de
Şam ile Halep’te ve Ürdün’de bulunmaktadır.
Kızıldeli Seyyit Ali
Sultan Ocağı, Alevi-Kızılbaş ocakları içerisinde önemli bir yer teşkil etmesine
rağmen alan araştırmacıları arasında Dersim merkezli ocaklar kadar dikkat
çekmemiştir. Elbette bunun birçok sebebi olmasıyla beraber en önemlileri
şunlardır:
1-
Kızıldeli Seyyit Ali Sultan ismi ile anılan hem Ağuçan grubundan hem de Hacı Bektaş grubunda(Dedegan) kolların hem de Bektaşi (Babagan) kolunun olması ve ilk araştırmaların,
çalışmaların Bektaşi koluna ilişkin olması ile birlikte dedegan kolunun
akademik çevreler açısından görünürlülüğünü yitirmesi.
2-
Kızıldeli Seyyit Ali Sultan ocağının
evlatlarının ve taliplerinin derneklerin içerisinde çok fazla yer almaması.
3-
İsim benzerliği nedeniyle Ali Seydi Sultan Ocağı
ile bilinçli/bilinçsiz karıştırılması. (Bilinçli ifadesini eklememdeki kasıt
kimi araştırmacıların yüzlerce yıldır ocak evladları arasında aktarılan
geleneksel bilgiyi görmezden gelerek hiçbir maddi temeli olmayan “Kızıldeli
Seyyid Ali Sultan Ocağı” evladlarının ve taliplerinin aslında Ali Seydi’li
oldukları” görüşüdür.)
4-
Talip kitlelerinin kahır ekseriyeti Abdallar,
Teberler olan ocakların görmezden gelinmesi.
Kısaca bunu maddeler
halinde yazmışken ocak evladlarını da gerekli temsiliyeti sağlayamadıkları için
eleştirmek mümkündür.
Ocağımıza ilişkin
genel bilgiyi verdiğimize göre süreğimiz hakkında aktarılan ihtilaflı konuları
naçizane dedemin aktardıklarından, ocağımızın kâmillerinden öğrendiğimizce
açmaya, netleştirmeye çalışalım. Bu niyetimizi gerçekleştirirken eksiğimiz,
noksanımız olursa cümle canların gönüllerine sığınıyoruz affola.
Küfrümüz, imandan
sayıla.
Aşk ile…
“Mürşidlik Muhammed
Ali’yedir Hakk
Gayrısı yalandır
inanma mutlak
Her kişiye mürşid
deme ey ahmak
Mürşidlik bir hâldir,
nişanı gözet.”
Alevi-Kızılbaş
yol-erkânı içerisinde dedelik kurumu üç kapıdan oluşur. Bunlardan ilki
Rehberlik (Rayberlik), ikincisi Pirlik, üçüncüsü ise Mürşitlik makamıdır. Bu
nedenle Alevi-Kızılbaş ocakları da Rehber, Pir, Mürşit ocakları olarak
sınıflandırabiliriz.
Malatya ilinin
Yazıhan ilçesine bağlı Fethiye köyünün Yukarı Tenci mezrası merkezli Kızıldeli
Seyyit Ali Sultan Ocağı da bu ocak sınıflandırmaları içerisinde “Pir ocağı”
olarak kabul edilir. Rehber kapısı ve Pir kapısı kendi içinde olan Kızıldeli
Ocağının mürşidi Mineyikli İmam Zeynel Abidin Ocağı dedeleridir(Bu nedenle
Ağuçan grubu ocaklara dahil edilir.) Uzun süre Seyyid İbrahim Mamo Temiz
Dede’nin yaptığı bu hizmeti ondan sonra emmiuşakları (amcazâdeleri)
devralmıştır. Şu an ise İmam Zeynel Abidin Ocağı dedelerinden “Uzun Hüseyin
Dede” hizmet yürütmektedir.
Geleneksel anlatıya
göre Kızıldeli Seyyid Ali Sultan’ın üç oğlu vardır ve bu oğullarından birinin
adı Seyyid Ali, diğeri Seyyid Veli en küçükleri ise Seyyid Muhammed’dir. Seyyit
Ali ve Seyyit Veli Dede “ocağın” Pirlik hizmetini yürütmüş, Seyyid Muhammed
nam-ı diğer Tenci Baba ise “Rehberlik” hizmetini yürütmüştür. Yani Kızıldeli
Ocağında her iki hizmeti yürüten dede de ocakzâdedir.
Peki Rehberlik,
Pirlik, Mürşitlik kavramı Kızıldeli süreğinde ne anlam ifade ediyor, mevcut anlatı
ve algı o anlamları karşılıyor mu?
Elbette ki sürekler de
dönemin koşullarına göre yol-erkân usullerinde değişikliği yaparlar ancak bu
değişiklik yolun temeline (özüne) zarar vermeyecek şekilde olmalıdır. Maalesef
Kızıldeli süreğinde bu değişiklik yolun temellerini sarsmakla beraber süreğin
devamlılığını sağlamasını da engellemiştir. Pirlik ve Mürşitlik makamı kendi
varlığına idame ettirdiği için çok fazla bozulmaya uğramasa da Rehberlik makamı
ocak özelinde yaşanan süreçler nedeniyle mevcut tanımlamayı karşılamıyor desek
yanılmış olmayız.
İlkin Rehberlik
hizmetine ilişkin bilgi vermek “el, ele; el, Hakk’a” düsturuna uyması nedeniyle
daha doğru olacaktır.
Kızıldeli Süreğinde
Rehberlik:
“Evveli kapıda ol İrahber
Hakk’tır
Muhammed miraç da gel
olduğu içün
Dört kapıdan ileriye
yol yoktur
Hakk dört kapıda sır
olduğu içün.
Buna inanmayan sultan
olamaz
İnanmayan kişi iman
bulamaz
Üç sünnetle, yedi
farzı bilemez
O da yedi elekten
geçdüğü içün”
Rehber,
Farsça “yol” anlamına gelen rah ile “getiren, taşıyan” anlamlarına gelen bar
kelimesinden oluşur. Sözlük anlamı ise "Birinin doğruyu bulmasına
yardımcı olan, yol gösteren kimse veya şey, delil."* olarak
geçmektedir. Kızıldeli Süreğindeki genel kabule göre ise “Birbirini tamamlayan
yol-erkân hizmetlerini icra eden dedelerden biri olan Rehber; talibi eşiğinde
destur alacağı kapının ilmiyle donatan, ikrârını alan, Pir’in desturuyla ve
gözetiminde tarıktan geçiren ocakzâde olması gereken bir yol hizmetkârıdır.”
diye tanımlanır. Bunun yanı sıra birbirini tamamlayan bu hizmetleri yapan her
dede bulunduğu kapının rehberidir. Bunun daha net anlaşılması için kısaca
açalım.
“Şeriat
kapısında bulunan kişi henüz tariki müstakıyme girmediği için henüz “kalıptır”
iş o ki kalıp kişi kendine bir mürebbi bula sürünerek “Tarikat” kapısının
kilidi İrahber’e vara. İrahber üç kez yinelete, kalıp kişi üç kez serini dal
ede İrahber huzuruna çıka. İrahber cemaati toplaya kişiyi kalıplıktan talipliğe
almak içün ehl-i tarikatın rızasını ala, ikrarın ala, tarık çala… Rehber,
Tarikat kapısında talibin yükün doldurduktan kerli talibi deniye, talip
ikrarında sabit kadem durup nefsine galip gelirse İrahber onu Marifet kapısının
kilidi Pir’e teslim ede. Pir o dur ki İlmi Ledün’e vakıf ola, nefsini yenerek
taliplikten “Galip” olan kişiyi marifet kapısının ilmi ile donata,
Ariflik makamına eriştire… Marifet kapısının süzeği üçdür, üç kez deneye,
“galip” kişi kellesin koltuğa aldıysa Pir onu Hakikat kapısının kilidi Mürşid’e
teslim ede. Mürşid’de onu irşad ede Adem-ül vücud’dan özün ayırıp, Vacib-ul
Vücud ile birleye, ummana düşen damla misali Hakk’ın varlığında erite.
Evliyaların, enbiyaların katarına yetire.”
Hasan
Dedemin, Aşık Ali Dede’den aktardığı bu bilgilerden anlayacağımız üzere Rehber
Tarikat, Pir Marifet’, Mürşid Hakikat kapısının yol göstericisidir
(rehberidir).
Kızıldeli
süreğinde rehberi kısmen de olsa anlattığımıza göre emanatçısı olduğu
evliyalara değinmek de iyi olacaktır. Rivayet o dur ki Kızıldeli Seyyit Ali
Sultan’ın uyardığı Delil-i Şah-ı Merdan, Şah Hüseyn-i Deşt-i Kerbela’nın (Tuba Ağacından)
beşiğinden yapılmış 7 tarık (evliya, erkân) ve Erdebil Dergâhından verilmiş
kara taşdır. Bu emanetler hakkında ocağımızın talipleri ve evladları birçok
keramet anlatısını nesilden nesile aktarır. (Bu anlatıları geleneksel hafızayı
diri tutmak adına en son yazacağım.)
Son
olarak Rahberlik makamı konusunda yanlış aktarılan bir konuya vurgu yapmakta
oldukça yarar görüyorum. Rehber ile Mürebbi, Kızıldeli süreğinde iki farklı
hizmettir. Mürebbi Şeriat kapısındaki talibi rehbere yetiren ikrar u iman sahibi
herhangi bir taliptir. Bu meyanda ikrar erkânında talibi boynunda tığbend ile
Rehber ve Pir’in huzuruna getiren de “mürebbi”dir. Mürebbi her köyde farklı
olabilir ancak her bölgenin yalnızca bir Rehberi vardır.
Ocağımızın
Seyyit Muhammed Tenci Baba kolunun evladı olan Seyyit Mahmut Baba’da ocağın son
hakikatli “İrahber kapısı” idi. Seyyid Mahmut Baba’dan sonra evladları çeşitli
nedenlerle posta oturmayınca yörenin kamillerinden Haydar Dede, Durmuş Ali Dede
hizmetleri yürütmüştür. Onların Hakk’a yürümesinin ardından ise Pir kapısının
aldığı yanlış tutum nedeniyle ocağın emanetleri nâhakların eline geçmiş,
Delil-i Şah-ı Merdan gamlanmış; talibi, muhibbi ve hane-i efradı tarumar
etmiştir.
“Gör
Delil-i Şah-ı Merdan uyandı,
Aman
Kızıldeli gel imdat eyle,
Zalımın
zulümü arşa dayandı,
Aman
Kızıldeli gel imdat eyle.”
Seyyit Muhammed Tenci Baba’nın evladlarının
isimlerinin bilinmemesinin yanı sıra son İrahber Seyyid Mahmut Baba’nın
babasının Seyyid Hasan Hüseyin Dede olduğu torunları tarafından söylenmektedir.
Kızıldeli Süreğinde Rehber kapısı “Rehber Südüğü” olarak talipler tarafından
bilinirdi. Rehber’in her sene Pir hanesine uğraması Pir hanesinde, Hakk
divanında görgüden geçmesi, taliplerin verdiği Hakkulah’ın üçte birini Pir
hanesine vermesi şarttı. Ömrünün son dönemlerinde Pir kapısına olan sitemini ve
bu siteme rağmen muhabbetini Aşık Ali Dede bir nefesinde şöyle getirmiştir:
“Hazan değmiş
Erzincan’ın bağları
Dumanlıdır Erzurum’un
dağları
Pir yolunda geçti
ömrüm çağları
Geçirdim ömrümü
bilmem nedendir.”
Kızıldeli Süreğinde
Pirlik:
Kızılbaş Ocak
sisteminde İrahber kapısından sonraki kapı “Pir” kapısıdır. Pirlik hizmeti
Kırklar ceminde Şah-ı Merdan Ali’den kalmıştır. Bu nedenle Pir makamına
yöremizde “Ali makamı” denilir ve hizmet ehline hürmette kusur edilmezdi.
Buyruk’un ışığında yol-erkân hizmetlerini düzenleyen ocağımızda bir ocak
evladının Pirlik hizmetini yürütebilmesi için sadakat, ehliyet, liyakat
ilkeleri gözetilmekteydi. Rahberlik hizmetini anlatırken Pir’in hizmetlerine de
değinmiştik ancak kısaca bahsedelim.
Kızıldeli süreğinde
Pir; ikrar, görgü, müsahip, dâr-didâr, dârdan indirme (düşürme) gibi erkânları
yürüten kendine bağlı olan taliplerin arasındaki husumeti “rızalık” mekanizması
ile çözen. Toplumsal rızalaşmanın sağlanmasında büyük bir rolü olan bir yol
hizmetkârıdır. Pir’in talibi görmesinin yanı sıra beraber hizmet yürüttüğü,
kendi olmadığı zamanda da (müsahiplik erkânı dışında) tüm bu hizmetleri eda
eden Rehber’i de görür. Ocağımızın rehberlerinin ocakzâde olmasına rağmen el
ele, el Hakk’a düsturu nedeniyle Pir’ine bağlı olması yılda bir kez görgüden
geçmesi farzdır. Rehber’in Pir’e karşı sorumluluğunun olmasının yanı sıra,
Pir’de İrahber’ine karşı sorumlulukları vardır. Pekala bunlar nedir:
-Bir Pir hangi erkânı
yürütecekse öncesinde Rahber’inin rızalığını gözetmesi gerekir. Öyledir ki “Pir
mum ise İrahber’i o mumun nurunu aşikar eden alevdir. Pir, derya ise; Rahber
gemidir. Talip, rahberin marifetiyle Pir’in yaydığı hakikatinin nurundan
nurlanır, o kemâlât deryasında seyran eyler.”
Talip’in Rehber’in,
Rahber’in Pir’in eleğinden geçmesi gibi Pir’de Mürşid’in eleğinden geçmelidir.
İşte Talip, Rahber, Pir, Mürşit bir ikrâr olursa ocağın varlığından söz
edilebilir. Aksi takdir de Buyruk’da “Bir Pir’in ırkı geçse ol talipler her
kime özü yatarsa andan el tuta amma ehl-i kâmil ola (Nesl-i Resûl).” diye
buyrulduğu içün ocağının Pir’i, Rehber’i geleniye kadar başka ocağın hizmet
ehline bağlanması, görülmesi münasiptir. “Ne zaman ki ocağının İrahberi, Pir’i
erişir ona yeniden ikrâr etmek erkândır.”.
Pir’in hizmetlerine
kısmen değindiğimize göre ocağımızda “Pirlik” hizmetini yürüten dedelerimize ilişkin
bilgi aktarayım.
Ocağımızın Pirlik
hizmetini yürütenler Pir Seyyid Ali Dede’nin evladları olarak bilinir.
Bilinmeyen bir tarihte Malatya Fethiye’ye bağlı Yukarı Tenci mezrasından Antep
Düztepe yerleşen Pir ailesi hâlâ ocağın hizmetlerini devam ettirmektedirler.
Pir ailesinin elinde şecere bulunmamakla birlikte hatırladığımız kadarıyla
bugün hizmet yürüten Ali Kızıldeli Dede’den 5 göbek ileriye götürebiliyoruz.
Bunlar ise Ali Kızıldeli Dedenin, Büyük Mustafa Dede’nin, Doğan Kızıldeli
Dede’nin babası Pir Ali Efendi, onun da babası Hasan Efendi, onun da babası
Mehmet Efendi, onun da babası Ali Efendi’dir.
Şimdi ise yol-erkân
hizmetlerini Doğan Dede’nin oğlu Orhan Dede ve Ali Dede, Büyük Mustafa Dede’nin
eşi Melek Ana ve Küçük Mustafa Dede yürütüyor. (Ancak hiçbiri posta oturmuyor
bu nedenle ikrar, görgü-sorgu hizmetleri de yürümüyor.)
Diğer bir Pir ailesi
de Seyyid Veli Dede’nin evlatlarıdır. Benim bildiğim yol süren son evlâdı
Antep’li Aşık Hasan Hüseyin Dede’dir. Onun evladları ise şu an Hatay’da yaşamaktadır
ancak cem yürütmez, yol sürmezler.
Kızıldeli süreğinde
Pir hanesini ve güncel durumunu anlattığımıza göre Ocağımızın Mürşit kapısından
bahsetmekte de yarar görüyorum.
Kızıldeli Süreğinde
Mürşit:
Kızılbaş Ocak
sisteminde Pir’den sonraki kapı “Mürşid” makamıdır ve ocaklar arasında
ise başka ocakların mürşidliğini yapan “12 Mürşid Ocağı” vardır. Bu
ocaklardan başlıcaları “Hacı Bektaş, Ağuçan, Dede Garkın, Seyyid Savun…”
bunların başlıcaları olmakla beraber nihayetinde hepsini gören iki ocak vardır
bunlardan birisi Hacı Bektaş, diğeri ise Ağuçan’dır. Ocağımızın Malatya kolu
ise bu ocaklar arasında Ağuçan grubuna dahildir.
Bu meyanda ocağımızın
Mürşid kapısı da yine Ağuçan grubuna dahil olan İ. Zeynel Abidin Ocağı’dır. Bu
ocağın merkezi de aslından Malatya Arguvan Mineyik (Kuyudere) köyüdür ancak
ocağın evladları, Antep, İstanbul ve Diyarbakır Seyithasan Köyünde de vardır.
Mürşid ocağımıza ilişkin
teknik bilgileri verdiğimize göre şunu belirtmek yararlı olacaktır. Tüm bu
ocaklarımızda özellikle Kızıldeli Ocağının Rehber, Pir ve Mürşid kapısından kül
tükenmek üzeredir. Bu ocağın yine tüm hakikatiyle taliplerini pişirmesi hizmet
ehlinin hizmete başlaması yeni nesilin taşın altına elini koyması ile
mümkündür.
Son olarak İrahber
kapısının emanetleri ve ocağın son Hakikatli İrahberi Seyyid Mahmud Baba
hakkında talipleri ve evladları tarafından anlatılan keramet anlatılarını
yazacağım. Dileyen canlar okumadan geçebilir.
Delil-i Şah-ı
Merdan’ın ve Evliyaların (Tarıkların) Cemi:
İrahber Mahmud
Baba’nın Hakk’a yürümesinden sonra emanetlerin mihmandarlığını Aşık Ali Dede
üstlenmiş. Bir gün Aşık Ali Dedem ile Elif Anabacı misafirliğe gider ancak bu
durumdan haberi olmayan bir bacı bir tas un almak için eve gider. Kapıyı açar
içeriye girer ancak içeride yedi er cem kurmuş bir baba sultan da ortada semah
dönüyor. Bacı görünce hiç ses etmeden dışarı çıkar evine dönmek için yola
koyulur. Tam öğle vaktinde niçin cem tutulduğunu düşünürken yolda gelen Aşık
Ali Dede’yi görür. Yanına varır ve “Ali Dede bende bir tas un almak içün geldim
idi, emme evinizde cem vardı geri döndüm. Misafiriniz kim?” der. Aşık Ali Dede
ise “Ne cemi gurban evde kimse yoğudu.” Der ve eve doğru yürürler. Kapıyı açar
bakarlar ki Delil-i Şah-ı Merdan ortada, yedi tane tarıkta etrafında meydanda
duruyor.
Evliyaların
(Tarıkların) Karayılan Olması:
Tencilli aşiretinin
büyüklerinden ve Kızıldeli Seyyid Ali Sultan Ocağı’nın kemâlât ehli
taliplerinden ve keman ile cemlerde zakirlik yapan belleğinde ise 300’ü aşkın
nefes, türkü, ağıt dillendiren Kemanacı Salman gençliğinde bir gün herkes
tarafından anlatılan Delil-i Şah-ı Merdan’ı görmek ister ve bunun üzerine
Mahmud Baba talipleri ile birlikte ataşın başında muhabbet bağlarken gizliden
gizliye Mahmud Baba’nın çadırına girer emanetlerin içinde bulunduğu sandığı tam
açması ile korkudan bayılması bir olur. Uyandığında ise etrafında diğer canları
görür bu halini sorduklarında Delil-i Şah-ı Merdan’ın içinde bulunduğu sandık
da yedi tane karayılanı gördüğünü söyler. (Bizim aşirette kara yılan kutsaldır.
Hem emanetin hem de hanelerin bekçisi olarak görülür o nedenle öldürülmesi
büyük günahdır.)
Mahmud Baba’nın
Kasırga’yı Geri Çevirmesi:
Oba, yaylaya çıktığı
günlerden bir gün ikindi vakitlerinde göğü bulutlar kaplar ve obaya doğru bir
kasırga çıkar. Kasırga öyle büyüktür ki çadırların etrafındaki “kab-kacak” uçar
gider. Kasırga obaya yaklaşınca obalılar Mahmud Baba’nın çadırına gider. Derler
ki “Ya Mahmud Baba, sen çol-çocuğumuzun yüzüne bakasın. Medet Ya Mahmud Baba”
derler. Bunun üzerine Mahmud Baba elini obanın çok yakının da olan kasırgaya
doğru kaldırır “Ya mübarek, masumların yüzü suyu hürmetine geri dön.” der.
Bunun üzerine kasırga çadırların yanından öyle döner, gider.
Mahmud Baba’nın Ağuyu
Süzmesi:
Mahmud Baba, Kemah'daki
eşinin de mensup olduğu obaya gider, gittiğinde eşine göz koyan Hasan adında
bir talip, cem bağlandıktan sonra ataşın başında postunda oturan Mahmud Baba’ya
içinde zehir olan bir torba tütünü verir. Mahmut Baba bunu alır ve sabaha kadar
birkaç tane kalasıyaca içer. Gizli gizli Mahmud Baba’yı gözleyen Hasan, Mahmud
Baba’nın tütünü içtiğini görünce büyük bir neşeyle çadırına gider. Ertesi sabah
erkenden uyanan Hasan büyük bir heyecan ile Mahmud Baba’nın bulunduğu çadıra
doğru yönelir. Bakar ki Mahmud Baba dünkü gibi bir elinde çay bir elinde sigara
ateşin başında oturuyor. Bunun üzerine büyük bir korku ile kendine bakan
Hasan’ı fark eden Mahmud Baba, "Gel Hasan gel, gel. Bize münasip gördüğün
bu şifadan sende faydalan" der.
Mahmut Baba
korktuğunu anlayınca sol avcunun içinden damlayan zehiri gösterir. Hasan bunu
görünce postuna niyaz edip el aman diler.
Ne Biz Kırklardan
Ayrıyız, Ne De Kırklar Bizden:
Mahmut Baba bir gün
taliplerini ziyaretten dönerken Adana'da çadırda oturan talipleri, kırk atlının
kendilerine doğru geldiğini görür ve ürkerler. Bunun üzerine içlerinden biri
bağırır “Bakın canlar gelenler Kırklardır.” Atlar biraz daha yaklaştığında ise
sadece bir atın var olduğunu ve onun da Mahmut Baba'nın atı olduğunu görürler.
Atından inince bu
durumu Mahmud Baba’ya danışırlar. Mahmut Baba'da cevaben:
"Ne biz
Kırklardan ayrıyız, ne de Kırklar bizden ayrı." der.
Mahmud Baba ile Ali
Hoca Baba’nın Mezarlarının Bir Olması:
Mahmud Baba bir gün
talipleri ile birlikte cem tutarken ceddinin onu çağırdığını, sabaha karşı
canını canana teslim edeceğini naaşını ise Durhasan Dede köyündeki dayısın
ziyaretinin yanına sırlamalarını söyler ve son olarak taliplerine ve evlatlarına
nasihatta bulunur.
Mahmud Baba herkesin
rızalığını aldıktan sonra hanesine çekilir, uyur. Sabaha karşı haneden feryad
figanlar yükselir. Söyledikleri doğrultusunda dayısının yanına sırlanır. Ertesi
gün ise evlatları ve talipleri gittiğinde her iki mezarın birleştiğini
görürler. Bugün ise hem köylülerin hem de taliplerinin ziyaret yeridir.
Yorumlar
Yorum Gönder